10 Temmuz 2010

12 Eylül’de ne diyeceğiz?

Anayasa’da yapılan ve 12 Eylül’de önümüze gelecek olan değişiklikler, yaşam koşullarımızı iyileştirecek mi?


Hayır!


İşsizlere iş bulma olanağı yaratacak mı?

Hayır!

Üç kuruş maaşa talim eden emeklilerin yüzünü biraz olsun güldürecek mi?

Hayır!

Gelir dağılımındaki adaletsizliği giderecek mi? Zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olmasını önleyecek mi?

Hayır!

İktidara yakın duran balcıların, parmaklarını yalamalarını bitirecek mi? Kamu ihalelerini hep aynı badem bıyıklıların kazanmasını engelleyecek mi?

Hayır!

Büyük kentlerin en değerli arazilerinin iktidar yandaşlarına verilmesini durduracak mı?

Hayır!

Yolsuzlukları, usulsüzlükleri, rüşveti, istismarı kökünden kazıyacak mı?

Hayır!

Ülkenin sahip olduğu en büyük sanayi ve hizmet şirketlerinin yabancılara satılmasını bitirecek mi?

Hayır!

Vali, kaymakam gibi devlet görevlilerini, iktidar partisinin sözcülüğüne soyunmaktan vazgeçirecek mi?

Hayır!

Devlet kadrolarının tarikat mensuplarıyla doldurulmasına ket vuracak mı?

Hayır!

Milyonlarca gencin iyi bir lise ya da üniversitede okuyabilmek için dershane kapılarında sürünmesine son verecek mi?

Hayır!

Güneydoğu’da akan kanı durduracak mı, annelerin gözyaşlarını dindirecek mi?

Hayır!

İşçilerin emeğinin sömürülmesinin önüne geçecek mi? Tüm dünyada doğal haklar arasında kabul edilen genel grevi yasallaştıracak mı?

Hayır!

Kamuda sendikaların örgütlenmesini engellemek için uydurulan “sözleşmeli işçi, sözleşmeli memur” haksızlığını tarihe gömecek mi?

Hayır!

Memurlara grev hakkı getirecek mi?

Hayır!

Üniversiteleri gerçek anlamda özerkleştirip, bilim yuvası haline dönüştürecek mi?

Hayır!

Yargıdaki siyasal kadrolaşmayı frenleyecek mi?

Hayır!

Hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirip, en azından devletin mahkemelerin verdiği kararları tanımasını temin edecek mi?

Hayır!

Yasaların emrine uyarak tarikatlar hakkında soruşturma başlatan cumhuriyet savcılarının sırf bunu yaptıkları için tutuklanmalarına son verecek mi?

Hayır!

Hukuka aykırı dinlemeleri, izlemeleri ve yıldırma çabalarını unutturacak mı?
Hayır!

Muhalifleri uyduruk gerekçelerle, sorgusuz sualsiz kodese tıkılmaktan kurtaracak mı?

Hayır!

Evrensel gazetecilik ilkelerine göre mesleklerini yapmaya çalışan ve yandaşlığa sıcak bakmayan gazetecileri susturma çabalarını kökünden kesip atacak mı?

Hayır!
Milletvekili dokunulmazlığını, kürsü dokunmazlığıyla sınırlayacak mı? Böylece Meclis’i; “yüz kızartıcı suç işleyenlerin sığınma evi” olmaktan kurtaracak mı?

Hayır!

Siyasi partilerde parti içi demokratikleşmeyi sağlayacak mı?

Hayır!

Halk iradesinin Meclis’e yansımasının önündeki en büyük engel olan seçim barajını indirecek mi?

Hayır!

Din ve etnik köken üzerinden siyaset yapılmasını yasaklayacak mı?

Hayır!

Burada yazmadığım ama insanca yaşayabilmek için istediğiniz diğer taleplerinizi gerçekleştirecek mi?

Hayır!
Siyasi iktidarın yargıyı ele geçirmesinden başka bir işe yarayacak mı?

Hayır!

O zaman son soru:



12 Eylül’deki referandumda ne demeyi düşünüyorsunuz?


GÜNÜN SORUSU

Soru CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan, Anayasa değişiklik paketine destek verdiğini açıklayan Avrupa Birliği sözcüsüne:

Niçin, kendi yazdığınız raporları okumuyorsunuz? ‘Biz yazarız ama farklı söyleriz’ mi diyorsunuz? Yoksa AB kendisini AKP’ye mi endeksledi?


OECD’den Başbakan’ı kızdıracak bir rapor!

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), bizim “Deldi ama hâlâ geçmiyor” dediğimiz, Başbakan Erdoğan’ın ise “Türkiye’ye teğet geçti” diye ısrar ettiği ekonomik kriz konusunda bir “hasar raporu” yayınlamış...

Rapora göre, küresel krizin etkisinin en fazla gerçekleştiği ülke Türkiye olmuş! Türkiye, 2007 -2009 yılları arasında tam 916 bin yeni işsizle, “nüfusa oranla işsizlikteki artış”ta dünya şampiyonluğuna ulaşmış!

Bir isyan yazısı!

Her gün Doğu ve Güneydoğu’dan gelen karakol baskını ve şehit haberleriyle uyanıyoruz...

Durmadan kan akıyor... Ve birileri bu akan kanı dindirmek konusunda artık parmaklarını bile oynatmıyor...

Çünkü kanıksadılar!

Çünkü ölüm, onlar için sıradan bir hale geldi!Oysa o çocuklar, devlet ve hükümet için ölüyor... Birileri bilmem nerede tatil yaparken, onlar bir bir toprağa veriliyor...

İstanbul’daki, Ankara’daki eski subayların, başsavcıların, öğretim üyelerinin evlerini basıp didik didik ederken büyük bir iş yapıyormuş havasına girenler, gerçek düşman karşısında çaresiz kalıyor...

Yüz binlerce vatandaşın telefonunu dinleyip, en özel bilgileri bile arşivlemek için satın alınan teknoloji, her nedense terör örgütünün dinlenmesinde işe yaramıyor...

Sokaktaki vatandaşın yaşadığı “Dinleniyorum, izleniyorum” endişesinin onda birini o alçaklar yaşamıyor.
Gerçek yurtseverlerin, “Beni ne zaman içeri alacaklar” kaygısından, onlarda eser bile yok!

Şehit cenazelerinde “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye slogan atmayı ayıp sayanlar, terörist cenazelerinde “İntikam” pankartları açılınca süklüm püklüm oluyor.

Dahası Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü için şerefleri ve namusları üzerine yemin etmiş bazı milletvekilleri, o cenazelere katılıp, hesap sorma vaadinde bulunuyor!

Hiçbir Allah’ın kulu da çıkıp, o pankartları açanların yakasına yapışmıyor, onlardan hesap sormuyor...

Çünkü terör örgütü yandaşı olmak, ne yazık ki “yasalar üstü olmak”la eş anlamlı hale geldi.

Kimse... Ama kimse... Her gün teker teker ölen askerlerimizin çocuklarıyla ve onların hayatları boyunca yaşayacağı travmayla ilgili değil...

Fakat Meclis’te iki parti el ele vermiş, “askere, polise taş atan çocukların cezaya çarptırılmaması için” yasa çıkarıyor!

Neymiş; taş atan çocuklar travma yaşıyormuş!
Kısacası; it iziyle at izi birbirine karıştı!

Doğrular yanlış, yanlışlar doğru haline getirildi...

Katiller kahraman, o katillerle mücadelede hayatlarını ortaya koyanlar terörist oldu!

Gerçek gazeteciler zindanda çürürken, gazete köşeleri yağdanlıklarla doldu, taştı...

Ve bu yozlaşmanın, çürümenin...

Haydi; adlı adınca söyleyeyim, teslim olmanın adı, “değişim, açılım” oldu!

Bu saatten sonra bizden beklenen tek şey var:

Kayıtsız, şartsız teslim olmamız...

Yani; terör örgütü karşısında yenilgiyi kabul edip, sınırlarımızdan vazgeçmemiz...

Dikkat ettiyseniz; bu yazıda altı yıldır ilk kez “üç yıldız” kullanmadım!

Çünkü yazıların yıldızı söküldü...

Askerlerimizin yıldızları söküldü...

Bizi bu karanlık günlere getirip, hâlâ hayali başarılarıyla övünecek kadar ülke gerçeklerinden kopmuş siyasetçilerin yıldızı söküldü!

Ben 50’sini yaşayan ve sol düşünceli, Atatürk devrimlerine ve ilkelerine bağlı bir Türk vatandaşı olarak, bize dayatılan bu kadere isyan bayrağı açıyorum...

Bu alçakça cinayetlere, bizi bölmeye çalışanlara, buna çanak tutanlara isyan ediyorum...

Ve hepinizi bu isyana davet ediyorum...

Yasalar, “Halkı isyana teşvik etmek bilmem kaç yıldan kaç yıla kadar hapis cezasını gerektirecek bir suçtur” diyor...
Eğer benim isyanım, bu kapsama giriyorsa, cezamı çekmeye de hazırım!
Çünkü gündemi ânı ânına takip etmek zorunda olan bir basın emekçisi olarak, her gün gelen ölüm haberlerine artık dayanamıyorum.

İsyan ediyorum!

EYLEM!

Yasaları hiçe sayarak iktidarın borazanı haline gelen, yandaş medyanın sivri isimlerine kucak dolusu paralar ödeyerek programlar yaptıran TRT; Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçilmesinden sonra CHP’ye açık bir savaş başlattı...
Bu kuruma ait derginin geçen sayısında Kılıçdaroğlu yerden yere vuruldu, son sayısında ise sözüm ona bir astroloğa atfen yayımlanan haberde, “CHP’de yenilenme ve toparlanma yaşanacağı ancak partililerin çok fazla hayale kapılmamaları gerektiği, çünkü Başbakan Erdoğan’ın çok güçlü bir karakter olduğu” duyuruldu...

Bu kurum, bizim elektrik faturalarımızdan ödenen paralarla ayakta duruyor ve ben artık TRT’ye beş kuruşumun gitmesini istemiyorum!



Bu yüzden tüm sivil toplum örgütlerini “TRT’ye para ödememe eylemi” başlatmaya davet ediyorum!








-