29 Ekim 2010

29 EKİM 2010

 


Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 87. yıldönümünü çoşkuyla kutlarken, bize bu eşsiz mirası bırakan Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ü sevgi ve saygıyla birkez daha anıyor, tüm ulusumuzun CUMHURİYET Bayramı'nı kutluyorum



CHP SOMA YÖNETİM KURULU ÜYESİ
KADİR BİLİR

26 Ekim 2010

YÖK,Yıldız Teknik Üniversitesini Özgürlerştirdi;

Türbana karşı afiş asan 26 öğrenci hakkında rektörlük tarafından soruşturma açıldı. Derse girmek için okula gelen öğrencilere 'Soruşturma sonuçlanana kadar girişiniz yasaklanmıştır' yazılı kâğıtlar verildi.













Yıldız Teknik Üniversitesi’nde (YTÜ) geçen çarşamba günü türban karşıtı afiş asan 26 üniversite öğrencisi hakkında rektörlük tarafından soruşturma açıldı. Sabah saatlerinde derse girmek için okula gelen öğrencilere “Açılan disiplin soruşturmasının sağlıklı yürütülebilmesi ve kampus düzeninin sağlanabilmesi amacıyla üniversitemiz kampuslarına soruşturma sonuçlanana kadar girişiniz yasaklanmıştır” yazılı kâğıtlar verildi. Üniversitenin soruşturma kararına tepki gösteren öğrenciler, “Saldırıya uğrayan biz, okuldan uzaklaştırılan yine biz. İşte türbanın altındaki özgürlük anlayışı” dediler.

Okuldan uzaklaştırılan öğrencilerden Ali Duman, geçtiğimiz çarşamba günü Öğrenci Kolektifi ve TKP’li öğrencilerin türbana karşı afiş astığını ve ardından gerici öğrencilerin saldırısına uğradığını anımsatarak, “YÖK, özgür üniversite başlığıyla yayımladığı bildiri ile türbana serbestlik ve üniversiteye polisin girmesinin yolunu açtı. Bizde türbana karşı astığımız afiş dolayısıyla çoğunluğu okul dışından olan gerici öğrencilerin saldırısına uğradık. Bu yetmezmiş gibi birde çevik kuvvetin müdahalesi ile karşılaştık. Sabah okula geldiğimizde ise elimize ‘Açılan disiplin soruşturmasının sağlıklı yürütülebilmesi ve kampus düzeninin sağlanabilmesi amacıyla üniversitemiz kampuslarına soruşturma sonuçlanana kadar girişiniz yasaklanmıştır’ yazılı kâğıt tutuşturdular. Üniversitede türbana karşı çıkanlara tahammül edemeyen bir yönetim ve polis baskısı ile karşı karşıyayız. Saldırıya uğrayan biz, okuldan uzaklaştırılan yine biz. İşte türbanın altındaki özgürlük anlayışı” dedi.

Üniversiteye alınmayan öğrenci Deniz Aydın saldırının basında sağ-sol çatışması gibi gösterildiğini belirterek, “Üniversitedeki olayın gerçekte ne olduğunu biz perşembe günü gördük. Gerici öğrenciler, polisin ve idarenin gözü önünde bizi tehdit ederek sopaları yere bırakıp dışarı çıktılar. Ertesi gün ise polis müdahale ederek 7 arkadaşımızı yaraladı. Son zamanlarda Yıldız Teknik Üniversitesi’nde parasız, bilimsel eğitimden yana olan sol görüşlü öğrenciler cezalandırılıyor. Türkiye’deki özgürlük anlayışını biz öğrenciler yakından biliyoruz; bir taraftan parasız eğitim istediği için 15 yıla kadar yargılanan üniversite öğrencileri ve türban adı altında okulu gericiliğe bırakan yönetim anlayışına tepki gösteren öğrenciler, diğer yandan türbanı özgürlük olarak gören anlayış” diye konuştu. Aydın soruşturma süresinin ucunun açık olduğunu ne zaman sonuçlanacağını bilmedikleri için eğitim haklarının elinden alındığını söyledi. Öte yandan okuldan uzaklaştırmalara ilişkin görüşlerini almak istediğimiz Rektörlük’ten toplantıda oldukları gerekçesiyle yanıt alamadık.

10 Ekim 2010

Bu sözü Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu söyleseydi kıyamet kopardı!

   “Tarihimizde olduğu gibi Türkiye’de keşke her inanç grubunun ayrı mahkemesi olsa ne iyi olurdu!..” Bu sözü eden Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanıdır ve Marmara Üniversitesi’nin yeni eğitim döneminin açılışında edilmiştir.
    Evet Üniter ve Milli Devlet olan Türkiye Başbakanının söylediğine bakar mısınız?.. Bu dehşet ifadeye medyadan zerre bir eleştiri yok, zira bizim medyamızın çok büyük bölümü artık kendini Başbakan’ın koruyucusu gibi görüyor, dolayısı ile eleştirmek haddine mi!..
    Peki aynı sözü kazara  Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu etseydi ne olurdu lütfen hayal edin!.. Hiç abartmıyorum, bu ifade manşetlere oturtulur ve Sayın Kılıçdaroğlu hem ekranlardan hem köşelerden günlerce dövülürdü!..
    Ondan sonra bu ülkede demokrasi ve basın özgürlüğü var deniliyor!.. Bir başka şey, birileri Başbakan’a kapitülasyonları ve onunla verilen ayrı yargılama hakkının ne rezil bir şey olduğunu anlatmalıdır!.. Ah Recep Bey, hadi tarih bilmiyorsun, bilene danışsana!

2 Ekim 2010

BAKAN ALİ BABACAN ANLATIYOR...

Ankara, elmas gibi kıymetli bir bürokratı konuşuyor. Adı Ömer Elmas…


Elmas çok parlak, göz kamaştıran bir kişi.

Elmas’ın hikayesini iki yıl kadar önce Odatv yazdı, sonra Hürriyet…

Elmas bugün Meclis huzuruna çıktı.

Sorular soruldu, Elmas’ın bağlı bulunduğu bakan Ali Babacan yanıtladı.

Yanıtladı derken, ne kadar ciddiyiz siz değerlendirin.
****
Elmas, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni 2000 yılında bitirdi. Avukatlık tecrübesini (1 yıllık staj dahil) üç yılda noktalandı. Çünkü Elmas derin sulara açıldı, hızla yükselmeye başladı. Önce Tasfiye Halindeki Emlak Bankası’na Hukuk Koordinatörü oldu. Ardından genç yaşına rağmen 150 yaşındaki koca Ziraat Bankası’na Başhukuk Müşaviri, ardından da Vakıfbank’a Başhukuk Müşaviri atandı. Burada durmadı, Vakıfbank’a Genel Müdür Yardımcısı yapıldı. Banka müfettişi dosyasında “askerlikle ilgili sahte belgeye” rastlayınca soluğu Erzurum’da aldı.
****
Ömer Elmas, Meclis gündemine taşındı. Kırklareli CHP milletvekili Turgut Dibek, odatv ve Hürriyet’in yazdıklarından yararlanarak bir dizi soru sordu. İlgili Bakan Ali Babacan da cevap olarak “Yazılı soru önergesinin cevabına ilişkin olarak, T.Vakıflar Bankasının yazısı ekte sunulmaktadır” diye yazı gönderip Elmas’ı savundu.

Sorular ve “Gizli” koduyla gönderilen yanıtla şöyle:





 CHP Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut DiBEK'in 15566 sayılı soru önergesinde, Bankamızı ilgilendiren hususlara ilişkin olarak Bankamızı ilgilendiren cevaplar aşağıda arz edilmiştir.


Soru 1: Sahte belge ile işe girdiği için iş akdi fesih edilen Ömer Elmas'ın daha önemli bir göreve atanmasının nedenleri nelerdir?

Cevap 1: Sn. Ömer ELMAS'ın dosyasında mevcut olan askerlik durumunu gösteren belgede kişinin askerliğini ertelettiği görülmüş olup, söz konusu durum ile ilgili olarak Bankamız Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından yapılan incelemede mezkur belgede yer alan bilgilerin doğru olduğu tespit edilmiştir. Sn. Ömer ELMAS, 29.05.2006 tarihinde Bankamızda Baş Hukuk Danışmanı olarak görevine başlamıştır. Bankamız Yönetim Kurulu'nun 07.10.2008 tarihli toplantısında ise, adı geçenin iş akdinin feshine ilişkin karar alınmış olup, fesih gerekçesi ilgili Yönetim Kurulu Kararında, "sahte belge" değil askerlik görevinin yapılmaması olarak belirtilmiştir.

Soru 2: 2000 yılında hukuk fakültesini bitiren, bir yıl stajyer avukatlık, 2 yıl da avukatlık yapan Ömer Elmas'ın hangi donanımları Vakıfbank Baş Hukuk Danışmanı olmasını sağlamıştır?

Cevap 2: Sn. Ömer ELMAS, 29.05.2006 tarihinde Bankamızda Baş Hukuk Danışmanı olarak göreve başlamış olup, adı geçen daha önce T.C.Ziraat Bankası A.Ş.'de Baş Hukuk Müşaviri olarak görev yapmıştır.

Soru 3: Ömer Elmas hakkında müfettiş raporu veren teftiş kurulunun başkanının tenzili rütbe ile Erzurum'a atanmasının nedenleri nelerdir?

Cevap 3: Bankamız Teftiş Kurulu Başkanı'nın Doğu Anadolu Bölge Müdürlüğü'ne Bölge Müdürü olarak tayin edilmesi hususu; bir tenzili rütbe olmayıp Bankamız yönetimi tarafından genel işleyiş içerisinde yapılan idari bir tasarruftur. Bahsi geçen Teftiş Kurulu Raporunun tarihi ile adı geçen kişinin Erzurum'a atanması tarihi arasında uzun bir sure bulunmakta olup, Bankamızda görev yapan Bölge Müdürü ile Başkan unvanlı personel denk statüde (makam tazminatı vb.) görev yapmaktadırlar.

Soru 4: Vakıfbank eski Genel Müdürü Bilal Karaman'ın görevden alınması ile Ömer Elmas hakkındaki müfettiş raporunun gereğini yapması arasında bir bağlantı var mıdır?

Cevap 4:Bankamız Eski Genel Müdürü Sn.Bilal KARAMAN'ın görevinden alınması ile, Sn.Ömer ELMAS hakkında yapılan idari tasarruflar arasında bir bağlantı bulunmamakta olup, Sn.Ömer ELMAS'ın Baş Hukuk Danışmanı olarak göreve başlaması ve bilahare Genel Müdür Yardımcısı olarak atanması Bankamız Eski Genel Müdürü Sn. Bilal KARAMAN'ın görev yaptığı dönem içerisinde gerçekleşmiştir.

‘Yat’ işlet devret

Küreselleşmedir aslında bu...




Çaça, Rus.

Orospular, Ukraynalı.

Müşteri, Kazak.

Alışveriş, ABD dolarıyla.

Kiracı, Irak’ta.

Bandıra, Türk.

E bandırır tabii adam.

Ve, hâlâ deniyor ki:

“Savarona’da fuhuş yapılmış!”

Ya ne yapılacaktı birader...

Balıkçılık mı?

Araplar da kiralıyor ha bire...

Mevlit mi okuyorlar dersiniz?

İşin külfet boyutunu defalarca yazdık, alt tarafı 900 bin dolar civarında yıllık masrafı var; devlet için çok cüzi bi rakamdır, ayıptır... Mesela, çıkarıp şak diye 12 Dev Adam’a ödenen ikramiyeyi ver, 25 senelik bakımını kurtarıyorsun... Valilerin garajında duran ikinci üçüncü makam arabalarından vazgeç, 100 senesi bedavaya gelir. Benzini kıssan bile, yeter.

İşin vizyon boyutu vardır.

Sadece “hatıra” değildir Savarona.

Üzerinde pek durulmayan detaydır.

Bakın, bi tane özel şirket kurdu Mustafa Kemal... Taaa 1924’te, Türkiye İş Bankası’nı... Forbes’un son dünya sıralamasına göre, bugün bile hâlâ, Türkiye’nin en değerli varlığıdır.

Yani?

Siyasi-askeri dehası üzerine binlerce kitap yazılmıştır ama, aynı zamanda, “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en vizyoner patronu”dur Mustafa Kemal.

Savarona’ya dönersek...

Yavuz jilet oldu. Nusrat maket... Bandırma vapuru hurdacıya satıldı. Kurtuluş Savaşı’nda silah taşıdığı için Gazi unvanı alan Alemdar’ı duba yaptılar.

Savarona’dan önceki makam yatı Ertuğrul, artık tencere, tava... Çanakkale’de Goliath’ı batıran Muavenet-i Milliye, dökümcüye gitti. Hamidiye zırhlısı kiloyla verildi. İlk ve son transatlantiğimiz Gülcemal’den trafik levhası yaptılar.

Elbette emanete hıyanet vardı ama, aynı zamanda, yanlış yatırımlardı...

Ömürleri kısaydı.

O güzel adam ise, hayatı boyunca, bi tek oyuncak aldı... 72 sene geçmesine rağmen, hâlâ, günlüğü 50 bin dolardan kiralanabilecek kadar değerli Savarona.

Almaya kalk, ilk fiyatının 50 katı.

Vizyoner yatırımıdır çünkü.

Ve, eminim ki, önceki gece Anıtkabir’in avlusunda volta atarlarken gülümsemiştir, “İster misin çok değerlendi diye, burayı da TOKİ’ye versinler İsmet!”

1 Ekim 2010

PKK'nın Eylemsizlik ve Geri Çekilme Kararı, Bir AKP Tuzağıdır!

Şu soruyu sorabilirsiniz:


Türkiye’nin Doğu’sundaki siyasi gelişmeler Kürt devleti için zaten bir zemin hazırlamıştır, o halde ABD ya da Erdoğan siyaseti PKK’dan vazgeçemez mi?

Hem geçmez, hem geçemez.

Vazgeçmezler, çünkü PKK ile işleri bitmedi henüz, sırada İran var, Suriye var.

Olası bir İran savaşında PKK’yı kullanacaklar.

Öte yandan, “Büyük Kürdistan” parçalarını birleştirmek için, zamanı geldiğinde İran ve Suriye’ye karşı PKK’yı kullanacaklar, bu yüzden vazgeçmezler.

Vazgeçemezler, çünkü PKK’yı öylesi bir kurumsal yapıya ulaştırdılar ki, yok etmek için harekete geçtiklerinde, PKK’nın da karşı atakları ortaya çıkacak, bundan çekiniyorlar.

PKK’nın karşı atağı nedir?

PKK, AB ülkelerinde yaygın bir siyasi cepheye sahiptir.

Türkiye’de ise, Habur olayı ile halkla bütünleşmiş ve halkın temsilcisi konumuna gelmiştir. Irak kuzeyinde Barzani içinde silahlı unsurlar yerleştirmiştir. Barzani bölgesinde, bugün peşmerge olup geçmişte PKK olan binlerce insan vardır.

Dolayısıyla, olası bir ABD harekâtında PKK’nın karşı koz olarak kullanabileceği üç önemli alan ortaya çıkmaktadır;

birincisi, Avrupa ve Türkiye’de ağır toplumsal olaylar çıkarmak. Türkiye’de çıksın, biz alışık can vermeye, bu yüzden küresel güçler bizim kayıplarımızı umursamayacaktır, şimdiye kadar umursamadıkları gibi.

Ama ya Avrupa?

AB ülkelerinde çıkacak ve günlük yaşamı felç edecek toplumsal olaylar, AB siyasetini rahatsız eder ve oradaki insanlar bizim çektiklerimize katlanamaz. Bu demektir ki AB siyaseti, PKK’ya karşı bir harekata destek vermeyecektir.

Öte yandan, Irak kuzeyindeki PKK’ya yönelik bir ABD harekatında ise, PKK-Barzani çatışması kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkar.

Bu da, küresel siyasetin Kürt devleti projesini sekteye uğratacağı için ABD, böyle bir harekatı asla yapmayacaktır.

Sonuç olarak, PKK sorunu bizi terk etmeyecektir. Barzani peşmergesi ölmesin ya da Avrupalı insanlar rahatsız olmasın ya da küresel projeler sekteye uğramasın için, Mehmetçik ve bizler, Erdoğan siyaseti tarafından terör ateşine atılmaktayız.

Bu tablo içerisinde, PKK ile sözde uzlaşma zeminin aranması ya da BDP ile barış görüşmeleri gibi konular, bize kurulmuş olan tuzağın bir başka yönüdür. Amaç; bu tür arayışlarla kamuoyunu oyalamak ve yapılması düşünülen anayasal değişikliklere zemin hazırlamaktır.

Bu zemin, referandum sonrasında hemen hazırlanmaya başlamıştır. Erdoğan siyaseti, PKK’nın siyasi kolu BDP ile görüşmelere başlamış ve PKK örgütü de sözde eylemsizlik kararı almıştır.

Bugün Eylül 2010’dur. Kış gelmektedir.

Yurt içinde PKK üyeleri, yurt dışındaki kamplarına gitmek için yola çıkmıştır bile. Kısacası örgütün kış uykusuna geçme zamanıdır.

Dolayısıyla adına eylemsizlik diyerek, sözde uzlaşma arayışlarına geçmek, örgüt için bir siyasi taktiktir. Bu taktik aynı zamanda Erdoğan siyaseti için de geçerlidir, çünkü referandumdan güçlü çıkmış ve anayasal değişikleri yapmak için de bir zemin kazanmıştır.

2011 yılı ilk döneminden itibaren, örgüt kış eğitimini yaparak gelecek yaza eylem için hazırlanırken, Erdoğan siyaseti de anayasal düzenlemelerle bir Kürt devletine yasal temel oluşturmaya çalışacaktır.

Önümüzdeki yaz aynı zamanda genel seçim yazıdır. AKP zihniyeti, teröre son vereceğini kamuoyuna anlatarak oy toplamaya çalışacaktır. Hatta bu düzenlemelerle ülkeye barış geleceği iddiasında bulunarak güven kazanmaya gayret edecektir.

Diğer tarafta eylem hazırlığını tamamlayan PKK örgütü, baharla birlikte ara sıra eylem yaparak bir yandan varlığını sürdürecek, öte yandan “barış isteniyorsa eğer anayasal düzenleme” yapılmasının şart olduğunu söyleyerek Erdoğan siyasetine güç kazandıracaktır.

İşte iç siyaset yönünden Kurt Kapanı budur. Türkiye, örgüt ve siyaset sarmalına alınacaktır.

İçine çekildiğimiz tuzağın dış siyaset yönü ise, ABD ve AB’nin, “Türkiye iyi yolda yürüyor” diyerek Erdoğan siyasetine verdiği desteğin sürdürülmesiyle şekillenecektir.

Bu da Kurt Kapanı’nın dış sarmalıdır.

Peki, iç ve dış siyaset, karşımıza nasıl bir anayasa çıkaracaktır?

Öncelik, Anayasa’nın 66 ncı maddesinde yazılı olan “Türk” kimliğinin kaldırılmasına verilecektir. Buna ait çalışmalar da başlamış durumdadır. Bakın Yeniçağ’dan Fatih Erboz’un yazısına;

“TBMM’de zaman zaman yaşanan birçok kavgada ismi ön planda olan AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı, hükümetin “PKK açılımı” politikasının bir sonucu anayasanın değiştirileceğini belirterek, “Demokratikleşmek için Türklük tanımının anayasadan çıkması gerektiğini” dile getirmişti.

Açılım çerçevesinde, dağlardaki Türklükle ilgili yazıların kaldırılması, öğrencilerin “Andımızı” okumaması gibi taleplerle birlikte, 66. maddedeki Türklük tanımının da değiştirilmesi talebi dile getirilmişti. 3

01. maddedeki değişikliğin ardından alevlenen tartışmalar sırasında AKP Grup Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, “Anayasayı değiştireceğiz, vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız.

Yoksa demokratikleşmeyi yapamayız. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. Bu sorunu çözer” demişti.

BDP ise anayasanın başlangıç bölümüyle birlikte 66. maddenin de değiştirilmesini talep etmişti. ABD’de yayımlanan raporlarla Türklüğe karşı girişilen altyapı hazırlığı ortaya çıkmıştı.”

Ardından Kürt-Laz-Çerkez gibi çok etnik farklılıkları ifade eden “genel bir kimlik” arayışına geçilecektir.

Bakınız adı TRT olan TRT’ye; “TRT Kürt” açtılar, yetmedi, “TRT Arap” açtılar yetmedi, şimdi de “TRT Türk” açtılar.

Ne demektir bu; “Türk ülküsü” etnik bir kimliğe dönüştürülebilir mi?

Projenin bir parçası işte bu; kimliksiz toplum, kimliksiz birey!

Burada yaratılmak istenen “genel kimlik”, aslında kimliksiz bir toplum ve bireyi ifade etmek için kullanılacaktır.

Bunun üzerine çok din, çok dil, çok bayrak, çok toprak gibi tek olan devleti ve tek milleti parçalamak ve Doğu’da ayrı bir devlet ve millet yaratabilmek için, aklınıza gelen her “çok” u ekleyebilirsiniz.

Peki, bunu da yapsalar, Türkiye aradığı huzur ve güvenliğe kavuşacak mıdır? Hayır.

Çünkü küresel siyasetin adı PKK olan örgütü, nihai hedefe ulaşılıncaya kadar ortadan kaldırılmayacak, bir tehdit unsuru olarak yanı başımızda yaşatılacaktır, ta ki bu örgüt, kurulması planlanan Kürt yönetiminin başına geçinceye ve teröristlerin de bu yeni oluşumun güvenlik gücü oluncaya kadar.

Hatırlarsınız, Erdoğan siyaseti “Özel Ordu” diyerek böylesi bir çalışma da başlatmıştı ancak Türk Ordusu ve kamuoyunun tepkileri üzerine geri çekilmişti ve bu konuyu gündemden şimdilik kaydıyla düşürmüştü.

Peki, ne olacak, biz ne yapacağız?

Not: Henüz baskıya girmemiş kitabımızdan bir alıntı, taraf gazetesi bir bomba iddia atmış, pkk ırak'a çekiliyormuş, cevap olsun için yeri geldi yazdım...

--------------------------------------------------------------------------------



                                                                                                 Erdal SARIZEYBEK - 26 Eylül 2010

--------------------------------------------------------------------------------

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.



--------------------------------------------------------------------------------