28 Mayıs 2010

ETİBANK ÖZELLEŞTİRMESİ


HEPİNİZİN BİLDİĞİ GİBİ ETİBANK ÖZELLEŞTİRİLECEK VE ALICISI AMERİKA

VE BOR İŞLETMELERİ ETİBANK BÜNYESİNDE KONULAN FİYAT NEDİR 40 MİLYON DOLAR.



Borla çalısan araba üretildi, Türkiye kıskaçta.
Arabayı bor madeniyle çalıştıracak patentli 600 proje olduğu

ortayaçıktı.Türkiye, dünya rezervinin yüzde 70`ine sahip ve uluslararası

teröstler.Türkiye uyanmadan bu kaynağı ele geçirmeyi planlıyor.

Amerikan Millenium Cell (MC) ve stratejik ortağı Daimler-Chrysler

(DC),seri üretime bile geçti. Ancak uluslararası tröstler, bu gelişmeleri ülkemizdeki bor zenginliğine egemen

olmak için Türkiye`den kaçırıyor.

Aksiyon dergisinde yayımlanan habere göre, konuyla ilgili incelemelerden biri Scientific American dergisinin

Mayıs 2002 sayısında yayımlandı .

T O R Y U M

Toryum radyoaktif bir element ve doğal olarak nükleer enerji elde etmekte kullanılıyor. Hem de alternatifleri

içinde en temizi veDünyada en çok Toryum rezervine sahip ülke Türkiye.


Rezervi ne kadar ? --- 800.000 Ton.

Türkiye`nin, iç  ve Dış Borcu 500 milyar $.(Sayın Babacan'nın açıklaması 300-350 milyar dolar desede)

Peki sahip olduğumuz Toryum`un değeri ne kadar? 120TRILYON $. Yani toplam borcumuzu yaklaşık 240

kere ödüyor.Önce Bor, şimdi de Toryum...Daha bilmediğimiz neler var kim bilir !...


DÜŞÜNÜLEBİLECEK EN TEMİZ YAKIT` başlığında verilen haberde, kimyager Steven Amendola`nın

Ford Explorer model otomobili bor bileşiklerinden elde edilen yakıtla çalıştırıldığını anlatıyordu

ABD`li kimyager Amendola`ya göre, sodyum bor hidritle çalışan otomobilin hem menzili iki katına çıkıyor,

hem patlama ihtimali olmadığı için tam güvenli oluyor, hem çevre kirliliği olmuyor,hem de yakıt kullanıldıktan

sonra tekrar değerlendirilebiliyor.Benzinle çalışan otomobillerde yakıtı depolam sorunu olduğu için menzili

düşüyor. Borla çalışanlardaysa bu sorun ortadan kalkıyor sodyum bor Hidrit maddesi ile suyun oluşturduğu

hidrojenin yakıt pillerine ulaşması ve açığa çıkan enerjinin mekanik enerjiye dönüşmesiyle yürüyor.

     Bor konusu özellikle son yıllarda Türkiye gündeminden hiç inmedi. Bilgisayardan silaha, nükleer 

teknolojiden akaryakıta kadar birçok alanda kullanılan bor, ister istemez birçok çevrenin ilgi odağı...

Tartışmalar, bazı kişi ve güçlerin özelleştirme furyasınıda arkalarına alarak, bu cazip ve stratejik madeni `iç

etmek`istediğinden,uluslararası tröstlerin Türkiye`yi bor konusunda baskı altına aldığına,bor`u devletin yeterli

karlılık ve verimlilikte kullanamadığına kadar uzanıyor.

     Devlet Denetim Elemanlar? Dernegi(DENETDE) BaşkanıAtilay Ergüven de bor gibi hayati önemi olan

konulardaki gelişmelerin Türkiye`ye geç yansımasını BATILILAR TÜRKİYE`YE BOR

TEKNOLOJISININ GELMESİNİ ÖNLEDİKLERİ GİBİ , O KONUDAKİ ÖNLEMELERİ DE

DUYUP,BORUN ÖNEMİNİ KAVRAMAMIZI İSTEMİYORLAR!` sözleriyle izah ediyor.

Dünya bor rezervinin yüzde 70`i Türkiye`de.Bizi yüzde 13`le ABD izliyor.Rezervlerini yıllar önce kullanmaya

başlayan Amerika`nın, kendi topraklarından çıkarabileceği miktar gittikçe azalıyor. Bor zengini Türkiye ise bu

potansiyelini ancak ham borunu satarak değerlendirebiliyor. Mamul bor ürünleri üretebilmek için gerekli

teknoloji Türkiye`de yok.Çünkü Batılı ülkeler bor teknolojisini bize vermeyi hep reddediyor. Ham cevher

olarak adeta sudan ve kumdan ucuza sattığımız bor,bize pahalı ithal ürünler olarak geri dönüyor.

Neptünyum Elementi.93 Atom Numaralı Neptünyum radyoaktif bir elementtir ve uranyum pillerinin


üretiminde kullanılır. 1940'ta California Üniversitesi profesörlerinden Amerikalı Mc Millan ve Abelson

tarafından keşfedilen bu radyoaktif elementten son yıllarda enerji üretiminde had safhada faydalanılıyor .

Üstelik de alternatifleri içinde en ucuza mal edilen bir ELEMENT...

Peki bilin bakalım bu Neptünyum dünyada en çok nerede bulunuyor?

TÜRKİYE'de..

Tahmin edilen rezerv ne kadar? 127.000 Ton...Sonra hangi ülke geliyor? Bulgaristan.

Onun rezervi ne kadar? 2.500 Ton.Peki sahip olduğumuz Neptünyum'un değeri ne kadar?...

Çok şaşıracaksınız ama 9 Trilyon $


Elimizdeki Neptünyum'un değerini tekrar ediyorum 9 TRiLYON $

Yani toplam borcumuzun 18 kat fazlası

Önce Bor, sonra Toryum, şimdi de Neptünyum. Bilgilenmek ve bildirmek amacı ile lütfen sessiz

kalmayınız...Pekiiii adamlar ne diyor biliyor musunuz ?

"Türkiye,Türk'lere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir"

Kim işletecek bu madenleri? Söyleyin bakalım?

                               Saygılarımla.

27 Mayıs 2010

Ne Kadar Özelleştirildik?(Yabancılaştırıldık)

Aşağıda geçen işletmeler 2003 yılına kadar  devlete ait, şirketlerin kimi hisseleri ise dolaylı yoldan ya da doğrudan millete ait idi.


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül mü olsun diye referandum yapan zihniyet, millete ait şirketleri satarken millet uyanmasın diye bin takla atıyor. Ancak aşağıdaki liste devletin ve milletin kaynaklarının nasıl yağmalandığını gözler önüne seriyor.


Türk Telekom, Arap’ ın.

Telsim İngiliz’in.

Kuşadası Limanı İsrailli’nin.

İzmir Limanı Hong Konglu’nun..

Araç muayene işi Alman’ın.

Başak Sigorta Fransız’ın.

Adabank Kuveytli’nin.

İETT Garajı Dubaili’nin.

Avea Lübnanlı’nın.

Petkim? Ermeni’nin. (Kazak’a sattık, dediler. Kazağı bi çıkardık..Ermeni…)

Rakı , Amerikalı’nın.

Finansbank Yunanlı’nın…

Oyakbank Hollandalı’nın.

Denizbank Belçikalı’nın.

Türkiye Finans Kuveytli’nin.

TEB Fransız’ın.

Cbank İsrailli’nin.

MNG Bank Lübnanlı’n ın.

Alternatif Bank Yunanlı’nın.

Dışbank Hollandalı’nın.

Şekerbank Kazak’ın.

Yapı Kredi’nin yarısı İtalyan’ın.

Turkcell’in yarısı Finli’nin Rus’un.

Beymen’in yarısı Amerikalı’nın.

Enerjisa’n ın yarısı Avusturyalı’nın.

Garanti’nin yarısı Amerikalı’nın.

Eczacıbaşı İlaç, Çek’in.

İzocam, Fransız’ın.

TGRT(Fox) Amerikalı’nın.

Demirdöküm Alman’ın.

Döktaş Fransı z’ın.

Süper FM Kanadalı’nın.

vs.vs

Bunların Hepsi TÜRK’tü.

2003 yılından  önce.

 Sırada Etibank özelleştirmesi var ki Türkiye’nin Bor rezevrlerini bu banka elinde tutuyor. Banka satılırsa bankayı alacak olan taşınmazlara da sahip olacak. Bu demek oluyor ki Bor madenleri ve işletmeleri satılan kişilerin ellerine geçecek…

Bu yağmaya dur demek için.MİLLİYETÇİLİK,DEVLETÇİLİK,HALKÇILIK düşünçelerine sahip bir partinin göreve gelmesidir.Bu değerlerde bizde fazlasıyla var(Milliyetçilik,Cumhuriyetçilik,Devletçilik,LaiklikDevrimçilik,Halkçılık )Amerikan’ın Kuşatma Partisi daha fazla iş başında kalamaz. Yoksa sonumuz Meksika’dan beter olur.

                                             Saygılar

26 Mayıs 2010

CİNGE CEPHESİ

Cenkyeri ve çevresinde ilkçağdan beri yerleşim olduğu arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır. İlkçağda Bergama Krallığı (m.ö. 283-133) döneminde Apollonia (Çerkesköy ile Cenkyeri arasında) gibi küçük yerleşimlere sahne olmuştur. Roma ve Bizans zamanında da kervan yollarının geçit noktasındaydı.

Konumu yamaç yerleşmesi olarak “yele açık, sele kapalı” olmakla bir üstünlük sağlanın ötesinde, Bakırçay Ovasına çevrilmiş yonü ile de “ sırtını dağa, yüzünü bağa” ilkesine örnek bir yer seçimi arz etmektedir. Bu jeopolitik elverişliliği ile zengin interlandın cazibe merkezinde oluşu geleceğini kutlu kıldı.

Cenkyeri ve çevresi Türk egemenliğine Karasi Beyliği döneminde erişti. Danişmentli Devleti'nin Anadolu Selçukluları tarafından ele geçirilmesi üzerine: Danişment'li ailesinden birçoğu, Selçuklu komutanları arasına girmişlerdi. İşte Karasi Beyin ataları da bunlar arasında yer almaktadır.

Karasi Bey, Anadolu'nun alınması sırasında Balıkesir ve Bergama taraflarını ele geçirmişti. Karasi Bey­liği'nin sınırları; Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı Bölgesi. Edremit Bölgesi ve iç kesimde Balat (Dursun-bey), Bigadiç, Soma, Cenkyeri, Kınık, Bergama ve dolayları idi.

Karasi Bey, Balıkesir'i başkent yapmış, karada kuvvetli bir ordu kurduğu gibi; Çanakkale kıyıları ile Çandarlı Limanı'nda bir donanması da bulunuyordu.

Karasi Bey 1330 dan önce ölmüştü. Türbesi Balıkesir Mustafa Fakıh Mahallesi'ndedir.

Karasi Beyliği'nin başına Karasi Bey'den sonra Aclân Bey, Aclân Bey'den sonra; Balıkesir bölgesi yö­netimi oğlu Demirhan Bey, Bergama Bölgesi yönetimini de diğer oğlu Şücaüddin Yahşi Han (Yahşi Bey) almak suretiyle ülkeyi kendi aralarında paylaşmışlardı.

Aclân Bey'in üçüncü oğlu Dursun Bey ise, Orhan Gazi'nin yanında bulunuyordu.

Yahşi Bey, kendisine ait olan ülkeyi Gölmarmarası'na kadar genişletmişti. Nitekim, Bergama'dan Gölmarmara'ya kadar uzanan bu bölgeye; bazı kaynaklarda YAHŞİELİ de denmektedir.

Diğer yandan. Demirhan Bey zamanında Karasi Beyliği'nin donanması çok güçlenmiş; Rumlarla yapı­lan deniz savaşları kazanılmıştır. Barış zamanlarında Rumlarla ticaret yapan Demirhan Bey, onlara en çok ipek satmıştı.

Bütün bunlara rağmen halk, Demirhan Bey'in yönetiminden memnun değildi. Nihayet. Demirhan Bey'den kurtulmak için memleketin ileri gelenleri Hacı llbey'in başkanlığında meydana getirdikleri heye­ti; Osmanlıların başında bulunan Bursa'daki Orhan Bey'e göndermişlerdi. Bu zamanda, yukarıda da açık­ladığımız gibi; Orhan Gazi'nin yanında Dursun Bey bulunuyordu. Orhan Bey'in yanına gelenler Dursun Bey'i kendilerine baş olarak isteyeceklerdi.

Karasi büyüklerinin dilekleri Orhan Bey ordusuyla Bursa'dan Balıkesir'e doğru yürüdü. Henüz Rum­ların elinde bulunan yol üzerindeki Mihaliç, Kirmastı (M. Kemal Paşa) kalelerini aldı.

Bu durum karşısında Demir Bey, yaklaşmakta olan kuvvetli Osmanlı Ordusu'na karşı koyamayacağı­nı anladı ve Bergama'ya kaçtı.

Orhan Bey'in Balıkesir'e gelmekte olduğunu duyan halk, karşılamak için yollara döküldü. Onu bir kur­tarıcı olarak selamladılar (1326). Orhan Bey'in izniyle Dursun Bey'i başa geçirdiler.

Daha sonra Osmanlı Ordusu Bergama üzerine yürüdü. Demirhan Bey Bergama Kalesi'nde bulunuyor­du. Kan dökülmesini istemeyen Orhan Gazi, Dursun Bey ile Demirhan Bey'in barışmalarını istedi. Aslında Dursun Bey de anlaşmak istiyordu. Bu düşünceyle kaleye doğru ilerlediği bir sırada; Demirhan Bey, kaleden bir ok atarak kardeşini öldürdü.

Dursun Bey'in kardeşi tarafından öldürülmesine herkes çok acı duydu. Fakat Orhan Gazi daha da çok üzülmüştü. Öfke ile kaleyi kuşatmaya başladı ve Demirhan Bey'in teslim olmasını istedi.

Bergamalılar kurtuluş olmadığını, durumun kötüye gittiğini anladılar. Onlar da Dursun Bey'in ölümü­ne üzülmüşlerdi. Bu yüzden Demirhan Bey'e kaleyi terk etmesini, aksi halde kendisini Orhan Bey'e tes­lim edeceklerini söylediler. Demirhan Bey kurtuluş yolu olmadığını anladığından Osmanlı kuvvetlerine teslim ol­du. Orhan Bey de onun canını bağışladı ve Bursa'ya gönderdi. Bursa'da iki yıl yaşadıktan sonra taun (ve­ba) hastalığına yakalanarak öldü.

Dursun Bey, Karasioğulları'na karşı yapılan bu seferde ve Bergama Kalesi önünde okla vurularak öl­düğünden umduğu beyliğe kavuşamamıştı.

Bizans ve Batı kaynaklarının karşılaştırılmasından anlaşıldığına göre; Karasi ülkesi Osmanlılar tarafın­dan birkaç seferde ve parça parça işgal edildi. Nitekim, Karasi Beyliği'nin bir parçası olan "Yahşi-Eli" nin zaptı da, 1336 sonrası tarihe rastlar. Böylece, "Yahşi-Eli" ne dahil bir yer olan Soma ve dolayları; bu tarihlerde Osmanlı egemenliğine geçmiş bulunmaktadır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Osmanlı Beyliği; Karasioğulları'na ait ülkeyi, 1336 yılı sonrasında tamamen kendisine bağlamış ve ilçeyi "Sancak Merkezi" yapmıştı.

Cumalı Köyü Camisinin kitabesi Orhan Bey döneminde yapıldığını kanıtlamaktadır. Bölgeye yerleşen konar-göçer Türkler yani Yörükler sadece Cuma günleri ovaya iner ve cumalık camilerinde toplu namaz kılarlardı. Cumalıköy gibi Sucahlı köyünde de cumalık bulunur ve Yunddağlı Yörüklere merkezlik yapardı. Marda Yörüklerinin cumalığı ise Aşağıcuma ve yukarıcuma köylerinde yer alırdı.

Yıldırım Bayezid'in zamanında, Karaman Devleti'nin egemenliği altında Osmanlılar'a karşı; Aydın, Saruhan, Menteşe, Germiyan, Hamid, Teke ve Kadı Burhâneddin hükümetlerinden meydana gelmiş bir "Anadolu Türk İttifakı" vardı. Hatta, bu birliğe dahil olan beylikler tarafından; Osmanlı arazi­sinin bazı yerleri dahi zapt edilmişti. Bu durum karşısında, Rumeli ve Bizans sorunlarını düzelten Yıldı­rım Beyazıt; Anadolu durumunu da kesin bir şekilde halletmek üzere harekete geçmişti. Nitekim bu amaçla Yıldırım Beyazıt, Anadolu seferine çıkarken; Rumeli'den büyük bir kuvvet toplamıştı. Bu kuvve­ti, Rumeli Beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa'nın emrine vermişti.

Yıldırım Beyazıt, ilk önce Saruhan ülkesine saldırmış ve bir hamlede ele geçirilen beyliğin başında bulunan İshak Bey'in (İshak Çelebi) ölümü dolayısıyla; Saruhan Beyliği'ni Karasi Eyaleti'ne dahil etmişti (1390).

Bu durum, "Ankara Savaşı" na kadar devam etti. Ancak, Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında olan söz konusu savaştan sonra ve İznik ile Bursa'nın yağma ve yıkılmasına gidilmeden; başta Kara­man hükümeti olmak üzere, bütün Batı Anadolu beylikleri tekrar kurulmuştur.

Nitekim Hızır Şah Bey, Ankara Savaşı'ndan tam 20 gün sonra başkent Manisa'ya girmiş ve Saruhan Beyliğini yeniden kurmuştu.

Diğer yandan İsa Çelebi, güçlü bir olasılıkla, Timur tarafından Balıkesir Beyliğine tayin edilmiş olduğu gibi; Bursa'yı da zapt edip saltanatını ilan etmişti. Bu sıralarda, Soma'nın da Timur istilasına uğradığı görülür.

Timur, 1402-1403 yılları arasında (10 ay kadar bir zaman) Anadolu'da kalmıştı. Timur’un çekilmesinden sonra Soma, Cüneyt adlı âsinin yönetimine geçmişti.

Ancak 1423-1425 de Akhisar Ovası'nda, Sultan Murat l'in ordusu tarafından Cüneyt mağlup edile­rek savaş alanından kaçmış; Soma'dan geçerek hükümet merkezi saydığı Bergama'ya ve oradan da Kazıkbağlar üzerinden Sisam Adası'na gitmiş ise de az sonra İpsili Hisar'da yakalanarak idam edilmiştir.

Yöremizde en eski yerleşim Tarhallı (Darkale) dir. Göçerler 150 yıl önce zorunlu iskan kanunu ile yerleşik yaşama geçmiştir. Dolayısıyla köylerimizin tarihi 150 yıl kadar geriye gider.

ACILI YILLAR

Soma'da, düşman kuvvetlerinin işgali 24 Haziran 1920 Perşembe günü 10-11 sıraların­da gerçekleşti. Soma bu tarihten itibaren 2 yıl 2 ay 19 gün Yunan işgali altında kaldı.

Dumlupınar Savaşı'ndan sonra bütün il ve ilçeler teker teker düşman istilasından kurtarılarak düşmandan temizlenince Soma, Cenkyeri ve Kınık da Türk Kuvvetleri'ni 13 Eylül 1922 Cumartesi günü saat 10.30-11,30 aralarında kurtarılmış oldu.

. İzmir’de Hasan TAHSİN, düşmana ilk kurşunu atar ve ora­da şehit olur. Vurulduğu yere ona yakışır bir şekilde "İlk Kurşun Anıtı" dikilir.

Soma'ya gelince; Yunan Kuvvetleri'nin Manisa-Akhisar hattından ilerleyişine kadar devam eder. Bir yı­la yakın bir süre düşmana geçit verilmez. 24 Haziran 1920'ye kadar halk kahramanca direnir, fakat so­nunda geri çekilmek zorunda kalır.

24 Temmuz 1920'de düşman birlikleri Bergama yolundan Soma'ya girer. Bugünkü Etibank - Cengiz Han arasında Zeher Ali silahını çeker, düşmana ateş açar, ancak orada şehit olur. Bağımsızlık savaşı bo­yunca 9 Eylül 1922'ye kadar sıkılan bu kurşunlara yüzbinlerce kurşun eklenir.

Soma'da ünlü şehit Zeher Ali'nin şehit olduğu yere bir "İlk Kurşun" anıtının dikilmelidir.

CİNGE CEPHESİ VE CENKYERİ’NİN ÖYKÜSÜ

I.Dünya Savaşında Almanya kanadında yenildik. 30 Ekim 1918’ de Mondros Ateşkesi imzalandı. Elimizde kalan Anadolu’ da İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan arasında bir pasta gibi paylaşılacaktı. Paris Barış Konferansı bu amaçla toplandı ve buraya rum, ermeni, yahudi gibi azınlıklar bile çağrılıp pastadan bir dilim de onlara ikram edildi.

15 Mayıs 1919’ da İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edildi. Arkasında İngiltere vardı. Planlı eylem başlamıştı.

Daha İzmir işgal edilmeden, İzmir halkı durumu öğrenmiş ve tepki geliştirmeye başlamıştı. Derhal Redd-i İlhak Cemiyeti kurulmuş ve miting düzenlenmişti.

30 Ekim 1918'de Limni'nin Mondros Limanı'nda imzalanan Mondros Ateşkesinin 7. maddesine göre, uzlaşma devletleri kendi güvenliklerini tehlikede gördükleri zaman, askeri bakımdan önemli olan Türk topraklarını işgal edebileceklerdi. Bu maddeye dayanarak İngiltere ve Fransa'nın onayını da alan Yunanlılar'ın 1. Tümeni, 15 Mayıs 1919 günü İzmir'e çıktı. Bazı direniş hareketleri ile karşılayan Yunanlılar, 19-20 Mayıs'ta bu tepkileri etkisiz duruma getirdi ve kolorduda tamamen da­ğıtıldı.

Yunanlılar, 23 Mayıs 1919'da işgali Gediz Vadisi boyunca genişletmeye başladı. Bu sırada Manisa'da askeri birlik olarak 23.Tümen'in 68. Piyade Alayı'nın bir taburu ile 59Topçu alayı vardı. Ama erlerin büyük çoğunluğu dağılmıştı. Bu yüzden de 17. Kolorduya ait Manisa'da ki mühimmat deposu, birkaç erle korunuyordu. Osmanlı Harbiye Nezaretince 17. Kolordu Komutanlığı Vekilliği ve 56.Tümen Komutanlığı'na atanan Albay Bekir Sami Bey, 24 Mayıs'ta geldiği Akhisar'dan, Manisa'daki birliklerin komu­tanı Binbaşı Ahmet Zeki Bey'e derhal mühimmat deposunun boşaltılarak temin edilecek sivil arabalarla Salihli'ye naklini, çektiği telgrafla emretti. Gerek binbaşının beceriksizliği, gerek Mutasarrıf Hüsnü Bey'in olumsuz tutumu yüzünden 80 obüs, 80 kamasız top, 48.00 piyade tüfeği, 4 makınalı tüfek ve milyonlarca mermisi yoldan geri çevrildi. Yunanlılardın eline geçti.

26 Mayıs 1919 günü Yunanlılar'ın 5. Alayı hiçbir direniş ile karşılaşmadan Manisa'yı işgal etti. Kemalpaşa üzerinden giden bir tabur tarafından da 29 Mayıs 1919 günü, Kasaba (Turgutlu) işgal edildi.

5 Haziran 1919'da önce tren istasyonunu, daha sonra da Akhisar'ı işgal eden Yunanlılar, yöreden ta­mamen uzaklaşmadan, bir müddet geri çekildiler. Bu arada Redd-i İlhak Cemiyeti önderliğinde bir dire­niş gerçekleşti. Mihalli İstasyonu üst edinen Yunanlılar'a kayıplar verdirdi. 5 Haziran'da Ahmetli de işgal edildi.

Haziran ortalarında Yunan işgalinin hızı kesildi. Bundan yararlanan Türk birlikleri, teşkilatlanmaya başladı. En önemli görev de, Miralay Kazım Bey'in komutasındaki 61.Tümen'indi. Ayvalık. Soma ve Ak­hisar olmak üzere üç mıntıkada, cephe oluşturuldu.Bergama’ da da işgalden önce Redd-i İlhak Cemiyetinin şubesi örgütlenmiş ve mitinge katılmışlardır. Bergama Redd-i İlhak Cemiyetinin kurucu üyeleri :

Hacı Niyazi Alanyalı Ahmet Efendi

Kara Mustafa Narlıcalı Hafız Şerif

Tatar Osman Efendi Terzizade Mustafa Efendi

Belediye Reisi Süleyman Hacı Tevfik

Yeşiloğlu Halil Arif Hoca Sami Bey Nafiz Bey Riyaziye Muallimi (Matematik Öğretmeni) Osman Bey’ dir.

Bu cemiyet 12 Mayıs 1919’ da delegelerini İzmir’ e göndermiş, 14 Mayıs akşamı İzmir maşatlıktaki mitinge Bergamalı dernek üyeleri de katılmışlardır.

İzmir işgal edilince örgüt çalışmalarına Bergama’ da devam edilmiş, hatta İstanbul’ a kadar temsilci gönderilip, durum padişaha bildirilmiştir. Ne yazık ki Osmanlı Padişahı Vahdettin’ in hiçbir hareket göstermediğini ve tam aksine ulusal örgütleşmeye karşı olduğunu anlayınca geri dönmek zorunda kalmıştır.

ATEŞTEN GÖMLEK

Uzlaşma (İtilaf) devletleri, I. Dünya Savaşı sırasında Yunanlılara söz vermesi nedeniyle İzmir işgal edilmiş, ancak bölgede İtalyan istekleriyle çatıştığından, işgal alanı belirsizliği doğmuştu. Bu durumdan yararlanan Venizelos, Batı Anadolu’ya tümden sahiplenme ve Büyük Yunanistan projesini gerçekleştirme hareketine girişti. Bunun sonucu olarak da 15 Mayıs’ta İzmir’i işgalinden sonrası bir ay içinde Ayvalık, Bergama, Manisa, Ödemiş ve Aydın Yunanlıların eline geçti. İşgal hareketleri sırasında sivil halka baskı, işkence, kıyım, yağma, ırza geçme gibi her türlü ahlak dışı ve insanlık dışı davranış sergiliyorlardı. 1919 Ağustosunda Yunanlılar tarafından yapılan cinayet ve işkenceler, hırsızlık ve yağmayı şikayet üzerine uluslararası bir “Tahkikat Komisyonu” görevlendirilmişti. Ancak Yunanlılar yaptıklarından geri kalmıyor, işgalci kuvvetlerini artırıyordu. Bu sırada Aydın-Ödemiş-Turgutlu-Manisa-Bergama-Ayvalık hattının batısında kalan işgal bölgesinde 5 tümenden fazla Yunan askeri bulunmaktaydı.

Halk, işgaller karşısında kendi başına kalmış ve arayış içine girmişti. Her yerde milli kuvvetlerin arttırılması çalışmaları ve özellikle silah, cephane gibi ihtiyaçların sağlanması gayretleri yürütülüyordu. Bu konuda duyarlılığı geliştirmek ve ulusal heyecanı yükseltmek amacıyla mitingler düzenleniyordu. Aynı zamanda Yunan vahşetini dünya kamuoyuna duyurma fırsatı da veriliyordu. Yunan zulmünü ve Uzlaşma Devletlerinin aldırmazlığını protesto eden Balıkesir’de görkemli bir miting 28 Kasım 1919 tarihinde yapıldı.

BÖLÜCÜ VE YIKICILAR

Osmanlı Devleti düşkünlük içinde, hükümet ise sapkınlık, aymazlık ve hayınlık içindeydi. Her yerde ülkeyi parçalamaya yönelik zararlı dernekler mantar gibi ürüyordu. İşte bazıları:

Kürt Teali Cemiyeti

Teali İslam Cemiyeti

Hürriyet ve İtilaf Fırkası

Askeri Nigehban Cemiyeti

Kızıl Hançer Cemiyeti

Mukaddesatı Muhafaza Cemiyeti

Tarık-ı Selah Cemiyeti

Saltanatı Muhafaza Cemiyeti

Hint Uhuvvet ve Hilafeti İslamiye Cemiyeti

İngiliz Muhipler Cemiyeti

Ermeni Taşnak ve Hınçak cemiyetleri

Trabzon Ademi Merkeziyet Cemiyeti

Amerikan Manda Cemiyeti

Pontus Rum Cemiyeti

Mavri Mira Cemiyeti

MÜDAFA-İ HUKUKÇULAR

Bu yıkıcı ve zararlı cemiyetlere karşı milli cemiyetler yani ulusal savunma dermekleri kuruluyordu. İşte MÜDAFA-İ HUKUK DERNEKLERİ:

Trakya Paşaeli Müdafa Heyeti Osmaniyesi

İzmir ve Havalisi Müdafa-i Hukuk Cemiyeti

Vilayet-i Şarkiye Müdafa-i Hukuk Cemiyeti

Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti
Kilikyalılar Cemiyeti

Milli Kongre Cemiyeti

Anadolu Kadınları Müdafa-i Vatan Cemiyeti

Sivas Kongresi'nden sonra yöremizde Müdafaa-i Hukuk Şubesi adını alan şu cemiyetler kuruldu:

Manisa : İstihlas-i Vatan, Cemaat-ı İslamiyye, Cemiyet-i Müderrisin.

Kula : Redd-i İlhak.

Soma : Müdafaa-i Hukuk.

Turgutlu : Müdafaa-i Hukuk-u Osmani.

Kırkağaç : Istihlas-ı Vatan.

Demirci : Müdafaa-i Hukuk-u Osmani.

Gördes : Harekat-ı Milliye Teşkilatı.

Bu teşkilatlar, direnişin stratejisini tespit etmek ve tek elden yönetilmesini sağlamak gayreti içinde idi. Ağustos 1919'a kadar da, ikisi Balıkesir'de, biri Nazilli'de olmak üzerü üç kongre yapıldı.

Ege Bölgesi'nde yapılan direniş kongrelerinin en önemlisi Alaşehir Kongresi'dir. Kongre, 16 Ağustos 1919 günü. Balıkesir delegesi Hacim Muhittin (Çarıklı) Bey'in başkanlık ve önderliğinde Alaşehir eşrafından Mus­tafa Bey'in salonunda açıldı. Aydın, Nazilli, Sarayköy, Buldan, Ödemiş, Manisa, Turgutlu, Salihli, Akhisar, Gördes, Kula, Eyme, Sındırgı, Demirci, Uşak, Soma, Balıkesir, Ayvalık, Afyon ve İnegöl olmak üzere yir­mi merkezin Redd-i İlhak heyetlerince seçilen, kırk iki temsilcisi katıldı. On gün süren çalışmalardan son­ra 25 Ağustos 1919 günü yetkilerini aralarında seçtikleri bir Heyet-i Temsiliye'ye vererek kapandı. Bu heyetin başkanı da Teşkilat-ı Mahsusa'nın ileri gelenlerinden ve Ege Bölgesi'nde direniş teşkilatlarının kurulması için yoğun çaba harcayana Kara Vasıf Bey'di.

Kongre, esasları yirmi altı madde içinde toplanan, önemli kararlar aldı. Bu kararları da Padişaha, Sad­razama ve İtilaf Orduları Başkomutanına, İngiltere, Amerika, Fransa ve İtalya hükümetleri siyasi temsil­ciliklerine telgrafla gönderdi.

Alaşehir Kongresi'nin Kuvay-ı Milliye teşkilatlanmasına çok büyük faydası oldu. Kongre sonrasında Salihli, Alaşehir. Akhisar, Demirci, Kula, Gördes'te direniş için daha sağlam, merkezi bir yapı elde edildi. Bu teşkilatlanma ve çarpışmalarda nice isimsiz kahramanlar, şehit ve gaziler yanında. Albay Bekir Sami Bey. Yüzbaşı Selahattin, Kara Vasıf Bey, Demirci Kaymakamı İbrahim Etem (Akıncı) Bey, Dr. Fazıl Bey, Alaşehir Eşrafından Mustafa Bey, Gördesli Halil Efe'nin eşi Makbule Hanım. Gördesli Hacı Ethem (Bü­ke), Manisa'dan Parti Pehlivan. Karaosmanoğlu Halit Paşa, Müftü Alim Efendi'yi rahmet, minnet ve şük­ranla anmak milli bir borçtur

Soma'da Kuvayi Milliye'nin Kuruluşu ve Redd-i İlhak Faaliyetleri :

14/15 Mayıs 1919 gecesi izmir Maşatlıkta (şimdi Bahri Baba Parkı) yapılan büyük mitingde, "İlhak'ın Reddi" konusu ke­sin olarak kararlaştırılıyor ve bütün çevre ilçelere çekilen tellerle halk, silahlı direnmeye davet ediliyor­du. Nitekim. Soma'nın olaydan haberdar edilişi de bu şekilde olmuştur.

O gece telgraf, eşraftan Bakırlı Hafız Hüseyin Efendiye çekilmişti. Soma'ya telgrafı çekenin, kasaba (Turgutlu) PTT Müdürü Ferit Bey olduğu söylenir. Ferit Bey'in o gece açık bulduğu telgrafhanelere yaz­dığı telgraf da :

"YUNANLILAR İZMİR'E ASKER ÇIKARIYOR, EFZUNLAR KATLİAM YAPIYOR, HALK SİLAHA SARILDI. SİZ DE VATAN ORDUSUNA İLTİHAK EDİN", deniyordu. Bu acı haber hemen ilçeye yayılıvermişti. Küme küme topluluklar, meydan ve sokakları dolduruyor, dertleşiyorlardı.

Hal böyle iken bir yandan, telgrafı almış bulunan Bakırlı Hafız Hüseyin Efendi, kasaba eşrafına duru­mu bildiriyor ve Belediye binasında ilk toplantı yapılarak; Bakırlı Hafız Hüseyin Efendi, Hacı Raşit Efen­di ve Belediye Reisi Osman Bey'den oluşan KUVAYİ MİLLİYE HEYETİ seçiliyor. Heyet Başkanlığına da Hacı Raşit Efendi getiriliyor. (15 Mayıs 1919)

Diğer yandan acele harekete geçilerek; 150 silahlı bir müfreze (birlik) teşkil ediliyor, bu müfreze, he­men yapılacak işleri görüşmek üzere. Bakırlı Hafız Hüseyin Efendi'nin çiftliğinde (Sabri Balcı Çiftliği) toplanıyor.

Bu müfrezenin başına getirilen Niyazi Bey'in (Erakıncı), girişeceği faaliyetlerden şüphe edilerek tu­tuklanması üzerine; o sıralarda Fransız askeri kuvvetlerinin elinde bulundurduğu istasyonunun kuşatılmasına girişiliyor.

İlçede hüküm süren bu ciddi durum karşısında Kaymakam Necati Bey (Kambur Necati) ileri gelenler­le acele bir toplantı yapıyor. Ardından, müfreze Komutanı Niyazi Bey makama davet ediliyor. Ve Niyazi Bey'den müfrezenin bir zarar meydana getirmemesi isteniyor. Niyazi Bey bu şartla serbest bırakılıyor.

Bu oluşturulan müdafa-ı hukukçuluk yani vatan bütünlüğü adına hakkımızı, hukukumuzu savunma halkın oluşturduğu bir sivil örgütlenme biçimiydi. Önce müdafa-i hukuk yapılanması ardından da hak arayışının yazılı, sözlü, protestolu, mitingli, şikayetli, dilekçeli çıkışları ve bunlar da yetersiz kalınca kuvva-i milliye denilen silahlı milis kuvvetlerle işgalcilere karşı koyma gündeme gelmiştir. Bu bir yerde yerel, bölgesel savunma kapsamlı olduğu için güçlerin birleştirilmesi Sivas Kongresinde olmuştur. Tüm müdafa-i hukuk cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti adıyla bir çatı altında toplanmıştır. Temsil Heyeti kuva-i milliyeyi de organize şekle getirmiş, Batı Cephesi Kuva-i Milliye Komutanlığı kurulmuş, düzenli ordu kurulıncaya kadar da işlevini sürdürmüştür.

Bu geniş cephe, Temsil Heyetinin önerisi doğrultusunda üçe ayrımıştı:

1- İzmir Kuzeyi: Ayvalık, İvrindi, Soma, Ahisar birimleri 61.Tümen komutanı Albay Kazım (Özalp)

2- İzmir Doğusu: Gediz, Salihli ve Bozdağ birimleri 23.Tümen Komutanı Albay Ömer Lütf
3- İzmir Güneyi : Ödemiş ve Aydın birimleri 57.Tümen Komutanı Albay Şefik (Aker) emrine verilerek bu yetkilerini Mart 1920 tarihinden itibaren kulanmaya başladılar

Bey'an

Öğrenci, Türkçe dersinde “parti” kelimesini harf harf kodluyormuş, “Paris’in P’si, Ankara’nın A’sı Dede’nin R’si, Trabzon’un T’si, İzmir’in İ’si...” Öğretmen müdahale etmiş, “Evladım, Dede’de R yok ki” demiş... “Nasıl yok?” demiş öğrenci, “Benim dedemin adı Recep!”



AKP’ye AKP denmesini yasaklayan AKP, şimdi de, isimlerinden biri Recep olan Başbakan’a “Recep Bey” denmesine kızıyor iyi mi...

Çorabına “Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik” kartviziti yazdıran Hüseyin Çelik, “Recep Bey” denmesini “yakışıksız” bulmuş mesela...

“Gandi oldu Dandi” diyen Bülent Arınç ise, Recep Bey ifadesinin “küçültücü” olduğunu söylüyor.

Halbuki, Çankaya meselesi tartışılırken, aynen şöyle demişti Başbakan: “Abdullah Bey’le Bülent Bey’le istişare ederim.”

“Sen Türkiye’sin büyük düşün” afişleri asıp... Sonra da, “sen” diye hitap edene, “Sen bana sen diyemezsin” demeleri gibi bi şey yani.

CHP’ye yıllardır “elit” diyen yandaş medya ise, topluca Lordlar Kamarası’na geçti... Kalemlerinden asalet damlıyor, “CHP avamlaştı” diyorlar!

Osman Hamdi Bey, Hacı Arif Bey, Çakabey, Kiziroğlu Mustafa Bey, Tamburi Cemil Bey hakaret midir? Beyoğlu’na Sayınoğlu mu diyeceğiz bu saatten sonra?

Emel Sayın’da sorun yok da...

Beylerbeyi Sarayı’na ne diyeceğiz?

(Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hüseyin Çelik’in kalbini kırmak istemem ama, Sakarya’da “Recep Bey Endüstri Meslek Lisesi” var... Yakışıksız mıdır?)

İşin daha enteresan tarafı...

“Hukuktan anlamıyor” diyor.

“Ekonomi bilmiyor” diyor.

“Rüşveti bitireceğiz” diyor.

“Soydular memleketi” diyor.

“Hesap soracağız” diyor.

“Bunların dokunulmazlığını kaldıracağız, siyasi ahlak yasası çıkaracağız, parlamentoda vurguncunun talancının yeri yok, naylon faturacıdan, Ali Dibo’dan bakan olmayacak” diyor.

“Kalpazan” diyor.

Çıt yok.

Vay efendim “bey” dedi...

İşte orası gücüne gidiyor.

22 Mayıs 2010

BAŞKANIMIZ SAYIN KILIÇTAROĞLU

        CHP 33. OLAĞAN KURULTAYI'NDA KEMAL KILIÇDAROĞLU 1189 OYLA GENEL BAŞKAN SEÇİLDİ.


       KEMAL KILIÇDAROĞLU CHP GENEL BAŞKANLIĞINA SEÇİLDİ. SEÇİMLERE TEK ADAY OLARAK KATILAN KILIÇDAROĞLU 1189 DELEGENİN OYUYLA GENEL BAŞKAN SEÇİLDİKTEN SONRA CUMHURİYET HALK PARTİSİ'NE BÜYÜK GÖREVLER DÜŞTÜĞÜNÜ BELİRTEREK CHP'LİLERE VE DELEGELERE TEŞEKKÜR ETTİ.

KEMAL KILIÇDAROĞLU'NA KUTLAMA




GENEL BAŞKANLIKTAN İSTİFA EDEN DENİZ BAYKAL CHP GENEL BAŞKANLIĞINA SEÇİLEN KEMAL KILIÇDAROĞLU'NU ARADI VE KUTLADI

Mustafa Kemal Bandırma vapuruyla Samsun’a çıktı.(19 Mayıs 1919)

Mustafa Kemal’in Bandırma vapuruyla Samsun’a gitmek üzere yola çıktığı gün, yani 16 Mayıs'ta Bandırma limanı ile Samsun limanı satıldı!
Mustafa Kemal ATATÜRK eğer bu gün ülkeyi tekrar kurtarmak için yola çıkmış olsaydı neyle karşılaşırdı acaba.


Samsun’a bi varacak ki...


Liman satılmış.

"Ordu limanına yanaşalım" dese...Satıldı.
                                                   
 "Çek Trabzon’a" dese..  O da satıldı.

                                                     "Rize? Satıldı.

                                                     "Bari Hopa’ya gidelim..."O da satıldı.

                                                     "Dönün kardeşim Sinop’a!"    Satıldı.

                                                     "Ereğli limanı?" Satıldı.
                                                     "Yarımca limanına gitsek..."Satıldı.
                                                                       *
"Bana satılmayan liman bulun" dese, dün itibarıyla, memleketi Karadeniz üzerinden kurtarması mümkün değil.

"Tekirdağ limanına çıkayım, oradan yüze yüze karşıya geçerim" dese... Satıldı.

"Dümeni Ege’ye kır" dese...

Dikili limanı satıldı.

İzmir limanı satıldı.

Kuşadası limanı satıldı.

Marmaris limanı?  Satıldı.

"Madem öyle Akdeniz’den girelim" dese...

Antalya limanı satıldı.

Alanya limanı satıldı.

Mersin limanı satıldı.

İskenderun limanı satıldı.

"İtalya’ya gidelim, oradan uçakla gelelim" dese... Havalimanları zaten satıldı.

Bakın "İtalya" dedim, aklıma geldi... Mustafa Kemal’in henüz haberi yok ama, İstanbul aşığı İtalyan ressam Zonaro, şahane bir tablo yapmıştı, "Galata Limanı..."

O da satıldı.

Birileri araya girip "satılmama koşulu"ndan vazgeçirmezse...

Görüyorsunuz ki Mustafa Kemal ATATÜRK'ün  işi çok zor! Ama biz TÜRK MİLLET'İ olarak çok zor

şartlardan bu günlere gelmiş bir toplumuz.Birlik beraberliğimizi bozmak isteyenler gerekli dersi alacaktır.

21 Mayıs 2010

Yılmaz Özdil

Kömürizm


Devlet...


Karadon’dan kömür çıkarıyor.

Tonunu 354 liradan satıyor.

İşçi...

Günde 5 ton kömür çıkarıyor.

Ayda 900 lira maaş alıyor.

Yani, bir ay çalışıp, sadece bir günde çıkardığı kömürü bile satın alamıyor.

“Alışıklar” dediği, işte bu.

2002’de 17 cenaze.

2003’te 22 cenaze.

(2004’te taşeronlaştırdılar...)

2004’te 68 cenaze.

2005’te 121 cenaze.

2006’da 79 cenaze.

2007’de 76 cenaze.

2008’de 66 cenaze.

2009’da 92 cenaze.

2010, şimdilik, 69 cenaze.

“Kader” dediği de, bu.

Alt tarafı kömür çıkarırken, can güvenliğini sağlayamıyor... Sanki maden mevzuundan çok anlarmış gibi, “güvenliğini sağlarım” diyerek, gidip elalemin uranyumunu getiriyor!

Dünyayı uyarıyorum...

Uranyumun İran’da kalması, dünya için daha güvenlidir.

İran’ı uyarıyorum...

Değerli maldır, ayarlar bi Arap, satar bunlar, haberiniz olsun.

Türkiye’yi uyarmıyorum...

“Alışık”sınız nasıl olsa.

BAŞKANIMIZ SAYIN KILIÇTAROĞLU


Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçtaroğlu'yla 2011 yılında iktidarız.Tabanın isteği oldu.Ama Sayın Baykal'a kesinlikle haksızlık olmasın partimize Sayın Kılıçtaroğlu'nu kazandıran Sayın Baykal'dır ve Sayın Baykal'ın CHP 'ye yaptıkları hizmetleride unutmamalıyıyız.
Herkesi CHP'ye bekliyoruz.

Kaset iddiasında flaş gelişme




Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’a ait olduğu iddia edilen ve internette yayınlanan görüntüler ile ilgili yeni belgeler açıklandı. Görüntüleri inceleyen Ulusal Kriminal Bürosu yetkilisi Ugur Kurtulan, videodaki kişilerin Baykal ve Baytok olmadığı kanaatine varıldığını açıkladı.

CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın istifasına neden olan görüntülere ilişkin Avukatı Muzaffer Yılmaz, Ankara’daki bürosunda bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Ulusal Kriminal Büro yetkilisi uğur Kurtulan da katıldı. Avukat Yılmaz’ın 11 Mayıs 2010’da kendilerinden "Medyaya servis edilen video görüntüsünün kriminal incelemesi" yapmalarını istediğini belirten Kurtulan, Ulusal Kriminal olarak, 12 Mayıs 2010’dan bugüne kadar yaptıkları incelemelerin detaylarını medyaya aktardı.

Londra, İsviçre ve Türkiye’de ofisi olan Ulusal Kriminal Bürosu olarak mahkemelere ve savcılıklara bilirkişilik yaptıklarını anlatan Kurtulan, kaset incelemesi sonucu elde ettikleri raporu bugün avukatlar aracılığıyla savcılığa da sunduklarını ifade etti.

Görüntüleri inceleyen Ulusal Kriminal Bürosu yöneticisi Uğur Kurtulan şöyle devam etti:

"Sayın Deniz Baykal’ın görüntüsünün analizini, anomalilerin tespitini, ayrıştırılmasını raporlanmasını istediler. İddia edilen bir cinsel olaya giriştiği iddia edilen sayın Deniz Baykal’ın vücudunun morfolojik izleriyle, bizim elimizde sayın avukatı tarafından tespit edilen ve elimizde bulunan Sayın Baykal’ın mayolu resimleri ayrıca, Nesrin Baytok’un, TBMM’deki muhtelif yan yana oldukları ve videolardan alınan resimler tarafımızdan incelendi. Sayın Deniz Baykal’ın bu olayda, sayın Nesrin Baytok’la ilişkinin olmadığı düşüncesindeyiz. Burada montaj kullanılmak suretiyle, bu görüntünün biz kriminal incelememizde modifikasyonla değiştirildiği kanaatindeyiz.

Birinci odadaki kişilerin sayın Deniz Baykal’ın olduğu varsayımı üzerine bir analiz yapıldı. Oysaki birinci bölümdeki varsayılan kişinin de, birinci bölümdeki baş kısmının muhtemelen ayakta duran bir Deniz Baykal videosundan montajlanmasıyla yapıldığını düşünmekteyiz.

KIL YAPISI BAYKAL'A AİT DEĞİL

İkinci bölümde cinsel temas sağlandığı ileri sürülen bölümdeki erkek ile birinci bölümdeki erkek daha orta boylu, ikinci bölümdeki erkek zayıf uzun boylu birisidir. İkinci bölümdeki erkek bacak adaleleri itibariyle bacak adalelerini kuruluşumuzun uzmanları inceledi. Oradaki vücutta, bacakta ve baldırda dağılan kıl yapısını incelediler. Buradaki yapının Deniz Baykal’ın avukatı tarafından tarafımıza verilen görüntüler nedeniyle benzer bir kişiye ait olduğu belirlenmiştir."

Bu görüntülerin bugün piyasada bolca satılan verici kameralar ile yapıldığını düşündüklerini vurgulayan Kurtulan, "Bu gibi kameralarla alınan görüntülerin, alım esnasında alıcıların kullanılabileceği, bunlarla dışarıdan izlenebileceği bir sistem kullanılmış olabilir. Aceleye getirilmiş bir iş olabilir" diyerek görüntülere ilişkin şu konulara dikkat çekti:

"İlk oda görüntüsünde sayın Baykal olduğu öne sürülen kişinin oturmakta olduğu, sol karedeki yapının daha mütevazı olduğu, sağ karedeki odaların ayrı ayrı yerler olduğu düşünülmektedir. Sol taraftaki görüntüde, rahat ve kendinden emin tavırları kişinin bulunduğu odaya hakim olduğu izleniyor. İlk odadaki sağ gömlek kolunun az katlanmamış olduğu, ancak ayağa kalkışta, gömleğinin kollarının yarım saniyede dirseğe kadar katlandığı görülmüştür.

Bu olay, ilk odadaki gerçek Deniz Baykal görüntüsü üzerinde oynama yapıldığını gösteren bir durumdur. Kamera olan bir yerde soyunup giyinmesi, eşyalarını gardıroba bırakması, oradaki kişinin kameraya poz verdiği intibasını yaratmaktadır.

İkinci bölümdeki kısımda, görüntünün bir bölümünde asıl pantolonunu alırken göründüğü, bir erkeğin soyunduğu yerde pantolonunu götürüp gardıroba asması uygun olmayan şüpheli bir hareket olduğu görüşündeyiz. Görüntüler birkaç frameden meydana gelir, bunların kesilmesi, eksiltilmesi, yer değiştirmesi mümkündür.

GÖRÜNTÜLER EKLEME ÇIKARMA YÖNTEMİYLE YAPILMIŞTIR

Nesrin Baytok olduğu iddia edilen, ikinci bölümde odadaki bir hanımın gizlenen kameranın önünden çıplak geçtiği, bir defa da önden gelerek ön ve arka tarafının gösterildiği bölümde framelerin yer değiştirildiğini düşünüyoruz. Yatakta fiil olay görülmemektedir. Ortada böyle bir olay yok ise, bu görüntülerin frame ekleme-çıkarma yöntemiyle yapıldığını düşündük."

Görüntülerdeki kişinin Deniz Baykal olduğunu iddia ve ispat etmemin mümkün olmadığını vurgulayan Kurtulan, "İddia edilen diğer bayanın Nesrin Baytok olduğunu iddia etmek mümkün değildir. İkinci odadaki bayan 32-34 yaşlarında orta yapılı bir bayandır. Sayın Baytok ise 50 yaşındadır" dedi.

-"BAŞBAKAN’A DA YARDIM ETTİK"-

Bu tip görüntülerin üzerinde yapılacak ufak oynamalarla herkesin görüntüsünün oluşturulabileceğini ifade eden Kurtulan, "Biz Ulusal Kriminal büro olarak sadece doğru dürüst iş yaparız. Bundan 15 sene kadar önceydi. Bugün sayın Başbakanımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı. İdris Naim Şahin bey bizimle temas kurdu" diyerek Başbakan Erdoğan’a ilişkin yaptıkları işlemi şöyle anlattı:

"Sayın Başbakanımızın o günlerdeki önemli bir sıkıntısından bahsetti. Bizden teknik yardım istediler. Dilekleri yerine getirdik. Sayın başbakanımızın o günlerde kendilerinin odasındaki konuşmalarının başka yerler tarafından dinlenildiği şekilde bir sıkıntısı vardı. Biz de kendilerine yardımcı olduk. Burada bunu vurgularken, partilerüstü bir iş yaptığımızı vurguladım."

Bu arada Baykal’ın avukatı Yılmaz, çok basit bir inceleme ile görüntülerdeki kravat ve çorap renklerinden kolaylıkla görüntünün hilelerinin tespit edilebileceğinin altını çizerek, "Bu kadar basit hatalar yapılmasına rağmen ciddi bir mağduriyet oluştuğu açıktır. Bu kaseti internete veren kişinin amacı nedir? Hükümetin görevi, bu kasetin kimin ne amaçla bu şekilde sunum yaptığı, gündemi değiştirdiği ve sayın Deniz Baykal’ın Türkiye’deki siyasi hayatına neden son verdirilmek istendiğini araştırmaktır" dedi.

20 Mayıs 2010

Kemal Kılıçdaroğlu

Baykal, genel başkanlık için, Kılıçdaroğlu'na eski tüfekleri ikna etmesi tavsiyesinde bulunmuştu. Kılıçdaroğlu, bir kaç günlük gözlemden sonra genel başkan adaylığını açıkladı.


1948 yılında Tunceli'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli il ve ilçelerinde tamamladı. 1971 yılında Ankara iktisadi ve Ticari ilimler Akademisinden mezun oldu.

Yayın ve Çalışmalar Aynı yıl hesap uzman yardımcılığı sınavını kazanarak Maliye Bakanlığı'na girdi. Hesap uzmanı olduktan sonra, bir yıl süre ile Fransa' da kaldı. 1983 yılına kadar hesap uzmanlığı görevini sürdüren Kılıçdaroğlu, 1983 yılında Gelirler Genel Müdürlüğü'ne daire başkanı olarak atandı. Daha sonra aynı Genel Müdürlükte, genel müdür yardımcısı olarak görev yaptı.

1991 yılında, Bağ-Kur, 1992 yılında da SSK Genel Müdürlüğü'ne atandı. Kısa bir süre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında müsteşar yardımcılığı da yapan Kılıçdaroğlu, Ocak 1999 ayında kendi isteği ile SSK Genel Müdürlüğü'nden emekli oldu.

8. Beş Yıllık Kalkınma Planı çalışmalarında, "Kayıtdışı Ekonomi Özel İhtisas Komisyonu" Başkanlığını yaptı.

Hacettepe Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

Türkiye iş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu.

Halen istanbul Milletvekilliği görevini yürütmektedir.

Ödüller 1994 yılında "Ekonomik Trend Dergisi'nce konusunda yılın bürokratı seçildi.

Evli ve üç çocuklu olan Kılıçdaroğlu'nun yayınlanmış üç kitabı ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır.

15 Mayıs 2010

Mağduriyet!

     Sayın Erdoğan bunlar muhafazakar Milletimizi rahatsız eden,gelenek ve göreneklerimize aykırı söylemini Siirt'te kız çoçuklarına yapılan teçavüzde söyleseydi onu çok iyi anlar takiye yapmadığını anlardık.O zaman bu konulara duyarsız olan başbakan şimdi sayın BAYKAL'a yapılan komployu siyasete alet ediyor.Aslında yapılan komplo umrunda bile değil.Neymiş efendim bu olayda mağduriyet olamaz mış.Doğru söylüyor mağduriyet A KA PE ye yakışır.Kendileri bu mağduriyeti çok iyi kullandıları için,olurda CHP oy kazanır diye şimdiden bunun önünü kesmeye çalışıyorlar.
     Habur'dan içeriye aldığınız,mobil mahkemede 15 dakikada yargılayıp(gelen pkk'lıların biz pişman değiliz,pişman olduğumuz için gelmedik demelerine rağmen,siz buraya gelerek otomatikmen pişman sayılırsınız dediler.).salıverdiğiniz,bu ülkeye ihanet eden,bölmeye çalışan PKK'lılar mağdurmuduyki Sayın BAYKAL'lasöylediklerinizi söylemediniz.Vatana ihanete, söz, laf yok ama sayın  BAYKAL'la var.

  NOT:Bu yazıyı yazarken Erdoğan Yunanistan'da kriz tesellisinde yardım ve iş birliği çağrısı yapmakla meşgüldü. Ülkemiz ve vatandaşlarımızın durumu çok iyi.İşçi,çiftçi, memur ve esnaf'ın durumu meydandayken,işsizlik hat safadayken.Ayrıca krizin olduğu acıdığımız Yunanistan emeklisinin aldığı para 2500 Euro bizim emeklimizin aldığı maaş 350 Euro.Yunanisatan'da kişi başına düşen milli gelir 30 bin dolar,bizde 9 bin dolar.

AHLAK ÜZERİNE!

 Başbakan Erdoğan, Başbakan olarak ‘ahlaksız komplo’nun üzerine gideceğine, Baykal’a saldırmayı tercih ediyor. “Başbakan bir başbakan gibi değil, bir şantajdan rant elde etmeye çalışan bir sokak mafyası gibi davranmayı tercih ediyor” . Kadın hakları için mücadele eden bir çok sivil toplum örgütünün de teşhir edilen komplo kurbanlarından birinin bir kadın olması ve 70 milyon insana rezil edilmeye çalışılması karşısında kafalarını kuma gömdüler.Bu konuda hiçbir söylemleri olmadı.

   “İnsanların özel yaşamlarına girmenin hem evrensel, hem ulusal hukuk kuralları açısından suç olduğunu bilen bir çok adı sanı belli gazeteci, yorumcu ve köşe yazarı, bu aşağılık komplo kasetinin yayınlanması üzerine siyasette yerleşen ahlaksızlığı yargılayacakları yere, Deniz Baykal’ın kesinlikle CHP’nin başına dönmemesi için halkı ikna turuna çıkarak, bu komplonun amacına hizmet etmesi için kamuoyu oluşturma gayretine girdiler. Parlamentoda görev yapan milletvekillerinin büyük çoğunluğu, bir siyasetçi onuru göstererek aşağılık komploların üzerine gitmek yerine, bana dokunmadı ya boş ver mantığını nasıl içlerine sindirdiler?
      Bu 10 günlük süreçte, özellikle medyanın tutumuna bakarak Türkiye’de ahlak değerlerinin çok değiştiğine tanık olmanın şaşkınlığını da yaşadım. 70 milyonun gözünün içine bakarak kriz bizi teğet geçti yalanını söylemek ahlaklılık, bakan çocuğunun mısır ithalatı için KDV düşürüp,(UNAKITAN) ithalatın ardından yükseltmek ahlaklılık, ne yapayım yetmiyor bi hayırsever oğlumu okuttuysa(AMERİKA'DA) ne var bunda demek,aynı evladına alınan gemi için ne olacak 3 trilyoncuk deyip, Remzi’den (REMZİ GÜR) kızın için 25, istemeye muhtaç olmak ahlaklılık, bir bakan damadına 350 milyarlık işi, 1 trilyon 800 milyara veren TOKİ’ye göz yummak ahlaklılık, kamu bankalarını yandaşlarına peşkeş çekmek, Eximbank’ı hortumlatmak ahlaklılık, yetim hakkı yemek, hırsızlık, dolandırıcılık, Almanya’da (DENİZ FENERİ)dindar yurttaşlarımızı dolandıranları korumak ahlaklılık... Sadece, susana da, yalakalık yapana da, yanlışa göz yumana da yazıklar olsun demek geliyor içimden.”
     Sayın Deniz Baykal'ın hiç bir yolsuzluğunu bulamadıkları için bu komployu cıkardılar.Bu yaşına kadar hiç bir yolsuzluk,usülsüzlük,ahlaksızlık yapmamış sayın BAYKAL (GENÇLİĞİNDE,BAKANLIĞINDA,BAŞBAKAN YARDIMCILIĞINDA)şimdi niye yapsın ki? Soruyorum size; Herşey o kadar basit ki A KA PE  insanlara gerçek gündemi unutturmak açlığı,sefaleti,işsizliği unutturmak için gerçek gündemi değiştirmek.Bakın çok değil sadece son bir yıla bakarsak çok suni gündemler yaratıldı.36 aydan beri devam eden ergenakon'u saymıyorum Kıprıs'tı,açılımdı,anayasa değişikliğiydi dönüp duruyor.Sayın Erdoğan iktidara gelirken  çok önemli seçim vaadleri vardı.Bunlardan biriside Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıydı.Anayasanın maddelerini değiştirirken onu neden koymadı?Koymadı çünkü iktidara gelirken yolsuzlukların önüne geçicez,ülkenin soyulmasını,peşkeş çekilmesini önleyeceğiz diyerek geçmiş iktidarları suçlayarak hükümete gelmişti.Ama ne yazıkki halkımız arasındada söylenen sözü (Bal tutan parmağını yalar.) değiştirdiler.Bal tutan kavanuzu yer kalanınıda gariban halk yalar.

12 Mayıs 2010

Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı

Diyanet İşleri Başkanlığı, 4 Mart 1924 tarihinde 429 Sayılı Kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur.

Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, Din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevlidir.

Türkiye anayasasının 136. maddesinde; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” hükmü yer almaktadır.

Örgütte Din Şurası, Merkez Disiplin Kurulu, Teftiş Kurulu, Hukuk Müşavirliği, Din İşleri Yüksek Kurulu, Dini Görevler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Müdürlüğü, il ve ilçe Müftülükleri, bucak ve köy İmamlıkları, Vaizlikler, Cami görevlileri.

ATATÜRK Diyanet işlerinide kurarak dinin saptırılıp tarikatların eline düşmesini engellemek ve bu işten kişilerin nemalanmasını,insanları kullanak dinin saptırılmasını önlemek istemiştir.

İsteseydi o zaman her şeyi yapacak gücede iktidarada sahipti.

                                Ama ATATÜRK ne yaptı? Meclisi dualarla açtı.
Biraz insaflı olalım.Eğer gercekten sizlerde(ateist,dinsiz diyenler) biraz ALLAH korkusu varsa.

ATATÜRK'ÜN NAMAZA VE KUR-AN'A DAVET MEKTUBU



         Atatürk'ün bizzat kaleme aldığı namaza davet mektubunu okudunuz mu?
Atatürk'ün bütün vilayet temsilcilerini 23 Nisan’da Ankara’ya çağıran tarihi belgesi:
 Tarihi belge 90 yıldır Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı arşivinde bulunuyor.

Kur'an ve namazın nurlarından feyz alınacak

Atatürk günün dengelerini gözeterek yaptığı konuşmada Hilafet ve Saltanat makamının kurtarılması gerektiğini söylüyor. Yine metinde Atatürk'ün "Hacıbayram Veli Camii Şerifi’nde Cuma namazı kılınarak Kur’an ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır" ifadeleri dikkat çekiyor. İşte o metin..

İşte Tamim metni

“21 Nisan 1920

Gayet aceledir.

Kolordulara,

Bütün Vilayetlere, Bağımsız Livalara, Müdafaa-i Hukuk Heyeti Merkeziyelerine, Belediye Riyasetlerine,

1. Allah’ın yardımıyla Nisan’ın 23’üncü Cuma günü, cuma namazını müteakip Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2. Vatanın bağımsızlığı, yüce Hilâfet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en mühim ve hayati vazifeleri yapacak olan bu Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü Cuma’ya tesadüf ettirmekle, anılan günün mübarekliğinden istifade ve bütün değerli mebusların hazır bulunmaları ile Hacıbayram Veli Camii Şerifi’nde Cuma namazı kılınarak Kur’an ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancak-ı Şerif taşınarak Daire-i Mahsusa’ya (ilk Meclis binasına) gidilecektir. Daire-i Mahsusa’ya dahil olmazdan evvel, bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. İşbu merasimde Camii Şerif’ten başlayarak, Daire-i Mahsusa’ya kadar Kolordu Kumandanlığı’nca askeri kıtalar ile özel tertibat alınacaktır.

3. Anılan günün kutsiyetinin teyidi için, bugünden itibaren vilâyet merkezinde, Vali Beyefendi Hazretleri’nin tertibiyle, hatim ve BuharÓ-i Şerif okunmaya başlanacak ve Hatimi Şerif’in son aksamı, teberrüken Cuma günü namazdan sonra Daire-i Mahsusa önünde tamamlanacaktır.

Mukaddes ve yaralı vatan

4. Mukaddes ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı suretle bugünden itibaren BuharÓ ve Hatimi Şerif okunmasına başlanarak, Cuma günü ezandan evvel minarelerde Salavat-ı Şerife okunacak ve hutbe esnasında Hilafetmaabımız Padişahımız Efendimiz Hazretleri’nin namı namii hümayunu zikredilirken, Zatı Şevketsimatı Padişahileri’nin ve Memalik-i Şahaneleriyle bütün teba-ı mülûkânelerinin (uyruklarının) bir an evvel kurtuluşa ve saadete nail olmaları duası ilaveten okunacak ve Cuma namazının kılınmasından sonra da hatim tamamlanarak, yüce Hilafet ve Saltanat makamının ve bütün vatan kısımlarının kurtuluşu maksadıyla vuku bulan milli mesainin ehemmiyet ve kutsiyeti ve her millet ferdinin kendi vekillerinden meydana gelen bu Büyük Millet Meclisi’nin vereceği vatani vazifeleri yapmaya mecburiyeti hakkında vaazlar verilecektir. Ondan sonra Halife ve Padişah’ımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, selameti ve bağımsızlığı için dua edilecektir.

Meclis’in açılışı her yerde kutlanacak

Bu vatani ve dini merasim yapılmasından ve camilerden çıkıldıktan sonra, Osmanlı beldelerinin her tarafında, hükümet makamına (vilayet konağına) gelinerek Meclis’in açılmasından dolayı resmen tebrikler icra edilecektir. Her tarafta Cuma namazından evvel münasip şekilde Mevlid-i Şerif okunacaktır.

5. İşbu tebliğin hemen yayımlanması ve tamimi için her vasıtaya müracaat olunacak ve sür’atle en ücra köylere, en küçük askeri kıtalara, memleketin bütün teşkilat ve müesseselerine ulaştırılması temin edilecektir. Ayrıca büyük levhalar halinde her tarafa asılacak ve mümkün olan mahallerde basılacak ve çoğaltılacak ve ücretsiz dağıtılacaktır.

6. Cenabı Hak’tan tam muvaffakiyet niyaz olunur.

                        Heyet-i Temsiliye Adına Mustafa Kemal”

Bilmiyorum bu metin sizlere birşey anlatıyormu?
Bazı vatandaşlarımızın ULU ÖNDER  MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü DİNSİZ ATEİST GİBİ GÖSTERENLERE DUYURULUR.
Eşsiz dehasıyla kurtuluş savaşında tek yürek tek millet olarak başarı kazanmasaydı,izmirden denize dökmeseydik düşmanı görecektik o zaman ioannis, (yannis)konstantinos,(kostas)angalika.(kula)

Şimdi bunlarda ne demeyin işte o zaman bu isimlere sahip olacaktık.







11 Mayıs 2010

'Siyasi İradeyi Göreve Çağırıyoruz'

CHP lideri Deniz Baykal'ın istifası sonrası TÜSİAD, adres vermeden hükümeti eleştirdi...

TÜSİAD: Baykal'a yapılan çirkin saldırıyı kınıyor, siyasi iradeyi göreve çağırıyoruz

CHP lideri Deniz Baykal'ın istifası sonrası TÜSİAD, adres vermeden hükümeti eleştirdi: Özel hayatın mahremiyetine yönelik bu çerçevedeki suçların artıyor olması bu konudaki mevzuatın ve/veya idarenin yetersizliğine işaret etmektedir

TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu, 'Deniz Baykal'a yönelik bu saldırı da dahil olmak üzere, özel hayatın mahremiyetini hiçe sayan bu tür eylemleri kınıyoruz' açıklaması yaptı. TÜSİAD Yönetim Kurulu'nun, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın istifa etmesinin ardından yaptığı yazılı açıklamada, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a yönelik çirkin saldırının, uzun süredir devam eden özel hayatın mahremiyetine yönelik mütecaviz atmosferin kaygı verici bir boyuta ulaştığının göstergesi olduğu belirtildi. Açıklamada, 'Özel hayatın dokunulmazlığı ve kişisel iletişimin gizliliği Türkiye'de son yıllarda en sık ve en yaygın şekilde ihlal edilen hakların başındadır. İletişimin izlenmesi, adaletin zorunlu kıldığı istisnai bir tedbir iken, yaygınlaşmış, adeta olağan bir delil toplama yöntemi haline gelmiştir. Kimin tarafından yapıldığı ve dolaşıma sunulduğu belli olmayan ve kişilerin ve kurumların itibarını sarsan konuşma ve görüntü kaydetme olayları da yaygınlık kazanmıştır' denildi.

KAMU VİCDANI RAHATLATILSIN

TÜSİAD açıklaması şöyle devam etti: Kişisel telefonların birer dinleme cihazı olarak kullanılmasından, tamamen özel hayata dair görüntülerin deşifre edilmesine kadar çok sayıda hak ihlali, Türkiye'yi bir 'korku ülkesi' haline getirmekte, bireysel özgürlükler ve özel hayatın mahremiyeti açısından demokratikleşme sürecimizi sabote etmektedir. Bu ihlallerin Türkiye'de ana muhalefet partisi Genel Başkanı'nı istifaya yöneltecek kadar vahim bir duruma gelmiş olmasından büyük üzüntü duymaktayız. Deniz Baykal'a yönelik bu saldırı da dahil olmak üzere, özel hayatın mahremiyetini hiçe sayan bu tür eylemleri kınıyoruz. Özel hayatın mahremiyetine yönelik bu çerçevedeki suçların artıyor olması bu konudaki mevzuatın ve/veya idarenin yetersizliğine işaret etmektedir. TÜSİAD olarak, son yaşanan bu örnekle bir kez daha ortaya çıkan yetersizliklerin, kamu vicdanını rahatlatacak bir şekilde, güçlü bir siyasi irade ile ortadan kaldırılması yönünde çağrıda bulunuyoruz...

10 Mayıs 2010

GENEL BAŞKAN DENİZ BAYKAL İSTİFA ETTİ.

“Değerli arkadaşlarım hoş geldiniz. Günlerdir beklenen değerlendirmemi ve kararımı açıklıyorum.


Bu bir kaset olayı değildir. Bir komplodur. Komplo hukuk dışı, ahlak dışı bir tertip demektir. Bir komplo yaparken bazen haneye tecavüz edersiniz. Duvarlara, eşyalara gizli kameralar yerleştirirsiniz. Gizli çekimlerle insanların en korunaksız görüntülerini alırsınız, kesersiniz, biçersiniz, aktarırsınız, montaj yaparsınız, çarpıtırsınız.

Böyle yaparken de dünyanın her yerinde bütün dinlerin, bütün rejimlerin, bütün ahlak anlayışlarının güvence altında olan insanoğlunun mahremiyetine tecavüz edersiniz. Ar, haya ve utanç bunu yapanlar için anlamını kaybeder. İnsanların şerefleri onların umurlarında değildir.

Önümüzdeki komployu gerçekleştirenler bunu sapık oldukları için yada ticari kazanç sağlamak için veya şantaj yapmak için düzenlememişlerdir. Siyaset yapmak için düzenlemişlerdir. Ahlaklarına, vicdanlarına uygun bir siyaset.

Bu komplo bugünkü siyasi konjonktürün eseridir. Yıllardır bekletilen bir kaset yoktur. Bir kaset ele geçirilmiş değildir. Bir komplo imal edilmiştir. Taze, iki haftalık bir komplo vardır.

Bu komplonun hedefi bir kişi değil, onun çok ötesinde Cumhuriyet Halk Partisinin neredeyse tek başına yürüttüğü cumhuriyete, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne sahip çıkan sivil darbe, sivil dikta rejimlerine karşı vermekte olduğu mücadelesidir.

Bu komplo Cumhuriyet Halk Partisinin anayasa ve rejim kavgası vermekte olduğu bu son iki hafta içinde düzenlenmiş ve piyasaya sürülmüştür. Komplo tezgahı malzemelerle, çekimleriyle günceldir, tazedir.

Meskene tecavüz ve ileri teknoloji kullanımı yoluyla tezgahlanan bu komplonun iktidar gücü ve olanakları seferber edilmeden bir Muhalefet Partisi Genel Başkanına karşı bu kadar fütursuzca icra edilebilmesi mümkün değildir.

Ana Muhalefet Liderinin hukukuna, ahlakına tecavüz eden bu kadar kaba bir komplo tezgahının iktidar zirvesinin bilgisi ve onayı olmadan son iki hafta içinde hazırlanıp piyasaya sürülmesi sözkonusu bile olamaz.

Olay sonrasında sergilenen sözde iyi niyetli, hakşinas olmaya çalışan yapay tavırlar, üzüntü beyanları perde arkasındaki tezgahın suçluluğunu örtbas etmeye yetmez.

Ana Muhalefet Liderine yönelik bu kadar kaba kanunsuzluk, bu kadar kaba ahlaksızlık bugünlerin ortamında iktidarın bilgisi ve onayı olmadan gerçekleştirilemez, piyasaya sürülemez. Komployu ayıplar gibi yapanlar aslında bizzat ayıbı işleyenlerdir.

Bu çerçevede başka bir sorumlu arayışına çıkacak olanlara yardımcı olmak üzere Amerika Birleşik Devletlerinden, Pensilvanya’dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da söylemek isterim.

Hukuksuz ve ahlaksız komploları temel alan, çok ayıp ama diye başlayan yorumlarla hesap sormaya siyaset düzenlemeye çalışanlara da söyleyecek bir sözüm var. Ahlaksız ve hukuksuz komplolara itibar ederek ne ahlakı, ne hukuku, ne de siyaseti savunamazsınız. Komplo yapanlar zaten işlerini sizlere güvenerek yapıyorlar. Komploculuğa hayat alanı açanlar çok ayıp ama diyenlerdir.

Hukuksuz ve ahlaksız komploları hazırlayanların ve onların komplolarına itibar edenlerin, dürüst ve onurlu insanların manevi cesetlerini çiğneyerek nereye kadar gidebileceklerini hep beraber göreceğiz. Bunun nasıl bir Türkiye oluşturmakta olduğunu er geç anlayacağız.

Kendinden menkul bir ahlak zabıtalığını bizzat deruhte edenlerin insanlık tarihi boyunca Hazreti Peygamberden başlayarak günümüze kadar ne mağduriyetlere yol açtıklarını çok iyi biliyoruz.

Bu tablo karşısında bana da bir görev düştüğünün farkındayım. Bu kara kampanyaya teslim olmayacağım. Bu hukuksuz ve ahlaksız komplo nedeniyle kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim.

Eğer bunun bir bedeli varsa ve bu bedel Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığından ayrılmaksa o bedeli de ödemeye hazırım.

Benim Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığından istifa etmem hiçbir şekilde bu komploya teslim olmak ya da kaçmak anlamına gelmez. Tam tersine bu bir meydan okumadır.

Bu anlayışla bugün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığından istifa ediyorum.



Bu komplonun hedefi sadece ben değilim. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisidir. Cumhuriyet Halk Partisi de bu kirli tezgahlar karşısında yolunu seçmek zorundadır.



Benim istifa kararım hem Türkiye siyasetini ve Cumhuriyet Halk Partisini yeniden tanzim etmek isteyenlere bir imkan tanıyacak, hem de Cumhuriyet Halk Partisine bu komployla hesaplaşma fırsatı verecektir.



Yalansız, dürüst, cesur bir duruş sergilemek sadece benim işim olmamalıdır.



Deniz Baykal’ın ve Cumhuriyet Halk Partisinin ötesinde bütün Türkiye olarak hepimiz hileye ve şerre dayalı bir kalleşlik politikasına dur demek zorundayız.



Umarım bütün bu yaşananlar ve benim istifam Türkiye’de yeni bir uyanışın başlangıcı olur. İnşallah bir kez daha şerden bir hayır çıkar, hile hurda yapanlar değil, dürüst ve namuslu olanlar kazanır.



Bu olayda ve bugüne kadar bütün iyi kötü günlerimde bana destek veren, sahip çıkan her siyasi düşünceden vatandaşlarıma, Cumhuriyet Halk Partisinin vefakar, fedakar, yiğit örgütüne, birlikte görev yaptığım çalışma arkadaşlarıma, üzerimde emeği olan, hakkı olan tanıdığım, tanımadığım bütün insanlara refahları ve mutlulukları için bir yaşam boyu uğrunda mücadele ettiğim bütün vatandaşlarıma, bize kızan, bizi seven, oy veren, vermeyen, üzerimde hakkı olan, olmayan herkese yaşamımın her anını anlamlı kıldıkları için teşekkür ediyorum.

Ben sizlere hakkımı helal ediyorum, sizde hakkınızı bana helal ediniz. Teşekkür ederim.

Yeni 4/C'liler geliyor

 TEKEL işçilerini 4/C’li yapmak isteyen, emekçilerin 78 günlük Ankara direnişini görmezden gelen AKP hükümetinin bu yıl içerisinde yaklaşık 200 bin çalışanı aynı statüye geçirmek istediği belirtildi. Kapatılan ya da birleştirilen belediyelerdeki 16 bin işçinin 4/C’li yapılmak istenmesine karşı Danıştay’da yürütmeyi durdurma ve iptal davası açan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın Başkanı Erol Ekici, “Hükümetin hedefi 4/C. İşçileri bekleyen en büyük tehlike de bu” dedi.                                         Genel-İş Sendikası, Başbakanlık’ın 21 Nisan 2010 tarihinde yayımladığı genelge ile kapatılan ya da birleştirilen belediyelerdeki yaklaşık 16 bin işçiyi 4/C’li yapmak istediğine dikkat çekti.

Sendika bu kapsamda 4 Mayıs 2010 tarihinde Danıştay’a yürütmeyi durdurma ve iptal davası açtı. Danıştay’a yapılan başvuruda, dava konusu Başbakanlık genelgesi ile idarenin, yerel yönetimlerde çalışan işçilerin hak ve çıkarlarını hukuka aykırı hükümler getirerek ihlal ettiği, çalışanlarla ilgili yasa ve hukuka açıkça aykırı düzenlemeler yaptığı vurgulandı. Başvuru dilekçesinde Başbakanlık genelgesi ile yapılan düzenlemenin anayasaya aykırı olduğu belirtilirken, “genelgenin konusunu oluşturacak düzenlemelerin ancak TBMM tarafından düzenlenebileceği” vurgulanarak, düzenlemenin hukuka ve usule aykırı olduğu belirtildi. Başvuru dilekçesinde genelgenin 5747 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Yasa ile 4857 sayılı İş Yasası’na da aykırı olduğu kaydedildi


‘Taşeronlaştırma isteniyor’

Erol Ekici, AKP’nin belediyelerde taşeronlaştırma istediğini belirterek, “Hükümet, belediyelerde istihdam fazlası olduğu gerekçesini öne sürüyor. Belediyelerin yükünü böyle azaltmak istiyor. Oysa 1996’dan bu yana belediyelere işçi alınmıyor. İstanbul’daki ve Anadolu’daki birçok belediyede taşeronlaştırma var. Yıllardır ücretleri toplusözleşme ile belirlenen, sosyal hakları olan işçilerin ücretleri 600-800 TL’ye düşürülüyor” dedi.

Hükümetin kapatılan ya da birleştirilen belediyelerdeki 16 bin belediye işçisini 4/C’ye geçirmek istediğini vurgulayan Erol Ekici, “Hükümetin 2010 özelleştirme programına göre ise 170 bin işçinin daha 4/C’li yapılması hedefleniyor. Diğer sektörlerle birlikte toplam 200 bin işçi 4/C’li yapılacak. Yani 200 bin insan haklarını kaybedecek. Başbakan bir gün sanayiciye çatıyor, diğer gün TOBB’ye ‘bir işçi çalıştıracaksınız’ diyor ama diğer taraftan binlerce insanı haklarından mahrum ederek 4/C’li yapmak istiyor” dedi.



9 Mayıs 2010 Cumhuriyet

Deniz Feneri oldu medüz!

Bilmeyenlere söyleyeyim. Medüz, “deniz anasının” bilimsel adıdır. Elsiz, ayaksız, yüzgeçsiz, gözsüz, midesiz, omurgasız, pelte gibi bir yaratıktır, denizde yaşar, rüyadaymış gibi yavaş hareket eder. Deniz Feneri Dosyası, medüz hızına çakıldı.




Gelme hızı medüz!

Tercümesi medüz!

Soruşturması medüz!

İddianamesi medüz.

Okur bana soruyu yollamış, “sor” diyor: “Halkın gücü, Aytaç Durak’ı hızla hesap vermeye zorladı” diye yazmışsın; tamam da bu “halkın gücü Deniz Feneri Dosyası’nın medüz hızından kurtulmasına” niçin söz geçiremiyor? Deniz Feneri dosyasını 3 savcı birden yürütüyor ve bugünü de sayarsak Almanya’dan dosya Ankara’ya geleli tam 1 yıl 21 gün (386 gün) oldu. Erzurum-Erzincan iddianamesini 3 günde yazabilecek kadar hızlı savcılar yetiştiren Türkiye adaleti, dosya Almanya’dan geleli 386 gün geçmesine rağmen niçin hâlâ “dava açılmasının” yolunu aralayamadı?

Hızı düşüren nedir?

İktidarın gücü mü?

Savcılar, bu davanın açılmasının iktidara zarar verebileceği duygusuna kapıldıkları için mi işi yavaştan almaktalar? Böyle bir “iğneleyici şüpheye kapılmak” bile inanın beni üzüyor fakat okurlardan da her gün bu yönde çok sayıda sıkıştırma mektubu almaktayım. Soruşturma gizlidir ve üzerinde yazı yazılamaz; biliyorum ancak Ankara’da Deniz Feneri dosyasını yürütmekte olan savcılarımız, davayı “soruşturmanın gizliliği ile halkın bilgilendirilmesi arasında sıkışıp kalmaktan kurtaracak” bir formül bulamazlar mı?

Savcı açıklasa!

Medüz olduk!

Gerekçemiz şudur!

Deseler, anlayacağız.

Sadece biz değil Almanya adaletinin savcıları ile hakimleri de “Fener dosyasının medüz hızına çakılıp kalmasını” anlayamıyor. Alman savcılar “Deniz Feneri dosyasının Türkiye ayağındakilerini de yargılayacak ikinci davayı açabilmeleri” için Ağustos 2009’da Türkiye’deki 4 sanığa (Zekeriya Karaman, Zahid Akman, İsmail Karahan, Harun Kapuyoldaş) ulaştırılsın diye gönderilen mahkeme ilanı 7 ay geçmiş olmasına rağmen sadece 1 sanığa ulaşabildi.

Alman’ın aklı almıyor!

7 ay, 210 gün eder.

210 günde belge gidemiyor.

Sadece “mahkeme ilanı” değil MASAK’ın (Mali Suçları Araştırma Kurulu) hazırlaması gereken “Deniz Feneri’ne bağlı olarak yapılan kara para hareketi” ile ilgili raporun da bitip bitmediği, bitmediyse niçin bitmediği bilinmiyor. Ayrıca İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın Türkiye’deki Deniz Feneri Yardımlaşma Derneği’nin 2007-2009 yıllları arasında 20 aylık bir dönemini inceledikten sonra; 58 trilyon YTL’lik bir bağışın toplandığı ve bunun 17-18 trilyon YTL’sinin yurtdışına gönderildiği ve “Derneğin mal alımlarında şeffaflık ilkesinin ihlal edildiği” rapor edilmesine rağmen “Deniz Feneri Derneği kamu yararı statüsünde” hâlâ nasıl durabiliyor?

Dernek iktidarın gözbebeği.

Başbakan’ın has derneği.

Meclis, iktidarın isteği ve desteğiyle bu derneğe “üstün hizmet ödülü” verdi, Bakanlar Kurulu kararı ile “kamu yararı statüsüne” alındı.

Sayın savcılar!

Hız niçin medüz!

Yok mu halka bir açıklama!

                                                        Necati Doğru

5 Mayıs 2010

SATILIK VATAN TÜRKİYE!!!!

Bu nasıl başlık, Vatan satılık olur mu demeyin. buyrun görün vatan nasıl satılırmış!!!




             “Ne banka bırakacağız, ne fabrika,

              Ne de işletme. Liman da bırakmayacağız.Hepsini satacağız!”

                                                  Kemal Unakıtan

            “Sümerbank tarihten siliniyor.

            Elinde bir şey kalmadığı için ismini de kaldırıyoruz.”

                                                 Kemal Unakıtan
SEKA İÇİN SÖYLEDİĞİ


           “Staratejik yer imiş.Ne stratejisi,önemli olan müşteri bulmak.

           Müşteri gece gelsin,pijamaylaçıkarım karşılarına.Seviyorum bu işleri arkadaş.”

                                               Kemal Unakıtan





                               ŞEKER FABRİKALARI İÇİN SÖYLEDİĞİ


           “Kar edeni de, zarar edeni de satacağız!”

                                                  Kemal Unakıtan




TEKEL İÇİN SÖYLEDİĞİ


             “Babalar gibi satarız!”

                                          Kemal Unakıtan




PETKİM İÇİN SÖYLEDİĞİ


            “Ülkenin işgal altına girdiğini söylüyorlar.Gelsinler işgal etsinler!”

                                             Kemal Unakıtan






TÜPRAŞ İÇİN SÖYLEDİĞİ


           “Parayı veren düdüğü çalar.

           TÜPRAŞ’ı Ruslara satar mısın,diyorlar.Satarım arkadaş”

                                                 Kemal Unakıtan






TELEKOM İÇİN SÖYLEDİĞİ


           Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,20 bin Dolar veren herkese,TELEKOM’ a ait Bilgileri vereceklerini söyledi.

           Burada utanç verici olan, bunu ima etmek için kullandığı cümle:

           Binali Yıldırım; “20 bin dolar veren kızımızı görür” diyor.



LİMANLAR İÇİN SÖYLEDİKLERİ


           “Ne banka bırakacağız, ne fabrika,

            Ne de işletme. Liman da bırakmayacağız.Hepsini satacağız!”

                                               Kemal Unakıtan




                                                             VE SON…


           “Ben Ülkeyi Pazarlamakla Mükellefim”

                                                  Tayyip Erdoğan