Hükümet ile BDP uzun süredir yapılması planlanan görüşme için bir araya geldi. Görüşmenin ardından, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Görüşme diyaloğun olabileceğini gösterir. Ancak tek bir görüşmeyle bütün sorunlar çözülmez. Görüşmeler müzakere sürecine dönüşmeli" dedi. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de yeni bir sayfa açtıklarını söyledi.
Görüşmeye, Hükümet kanadından Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadulah Ergin, BDP tarafından ise Genel Başkan Selahattin Demirtaş, Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak ve BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan katıldı.
TBMM'deki Başbakanlık makamında saat 14.05'de başlayan görüşme, yaklaşık 2 saat sürdü. Adalet Bakanı Ergin, BDP heyetini kapıda karşılayarak tokalaştı.
Demirtaş, kritik görüşme sonrası gazetecilere açıklamalarda bulundu.
BDP lideri "Şüphesiz biz Meclis'te grubu bulunan bir parti olarak, görüş alışverişi sürecini çok önemsiyoruz. Görüşme herşeyden önce sorunlarımızın tartışılarak çözülebilmesi için, diyalog sürecinin başlaması için vesile olur umarım" dedi.
"Hükümet ile BDP arasında uzlaşma olması sorunların çözümü anlamına gelmez. Bu görüşme diyaloğun olabileceğini göstermesi açısından önemli" diyen Demirtaş, "Yeni Anayasa sürecinin başlaması gerekir. Toplumsal barışa hizmet edecektir. Yeni Anayasa sürecini destekliyoruz. Hangi yol ve yöntemlerle hazırlanacağı konusunda da BDP olarak fikirlerimizi aktardık" şeklinde konuştu.
24 Eylül 2010
18 Eylül 2010
Adnan Menderes'in Köyü Çakırbeyli, Adnan Menderes Gibi Davrandı;
Adnan Menderes’in köyü Çakırbeyli, ‘’Her evet oyu, babamın ruhuna okunmuş Fatiha’dır" diyen oğlu Aydın Menderes'e sürpriz yaptı. Çakırbeyli köyünden 336 ‘’Hayır’’ 139 ‘’Evet’’ çıktı.
Eski Başbakan Adnan Menderes’in köyü Çakırbeyli, ‘’Her evet oyu, merhum babamın ruhuna okunmuş Fatiha olacaktır" diyen oğlu Aydın Menderes'e gerekli dersi verdi. Aydın’ın Çakırbeyli köyünden 336 ‘’Hayır’’ 139 ‘’Evet’’ oyu çıktı.
27 Mayıs 1960 darbesi olduğunda 14 yaşında olan Aydın Menderes, 12 Eylül referandumuyla ilgili yaptığı değerlendirmede ‘’27 Mayıs'tan sonra ise Türkiye'de bir vesayet rejimi kurulmuştur. Yeter! Söz milletindir tanımı geçerliliğini yitirmiştir. Milli irade ortadan kaldırılmıştır’’ demiş ve ‘’Evet’’ oyu istemişti. Ancak babasının köyünden ‘’Hayır’’ çıktı.
1950-60 arası yıllarını okuduklarımızdan ve anlatılanlardan biliyoruz.Rahmetli Menderes aydın ilerici Atatürk'çü bir insandı keşke sende böyle olabilseydin yazık çok yazık. Ama sizin anlayamadığınız Babanızı köyü Çakılbeyli ve Aydın çok iyi anlamış.
Bir başka anlayamayanda Başbakan Recep Bey;
Başbakan Recep Bey 12 Eylül halk oylamasında rahmetli Adnan Menderes'i kullanırken onu gercekten anlayabilmiş olmasını isterdim.
Okuduklarımızdan biliriz bir vatandaşın rahmetli Menderes'in yakasına yapışıp,"Demokrasi istiyoruz" demesine;
"Bir Başbakanın yakasını tutuyorsun.Bundan güzel demokrasi olurmu demiştir."
O günleri arıyoruz.Nerden nereye geldik.Bırakın yakasına yakışmayı en ufak bir eleştiriyi dahi kabullenemiyen.bir Başbakan ve AKP yönetimi var ülkede.
Şu an 27 Mayıs'tan daha fazla "YETER! SÖZ MİLLETİNDİR" tanımı gecerliliğini yitirmiş ve 12 Eylül'de sivil diktanın önü açılmıştır..Bunu Aydın Menderes bilmiyormu?
Onun içindir ki Adnan Menderes’in köyü Çakırbeyli,Adnan Menderes Gibi Davrandı ve HAYIR dedi.
Eski Başbakan Adnan Menderes’in köyü Çakırbeyli, ‘’Her evet oyu, merhum babamın ruhuna okunmuş Fatiha olacaktır" diyen oğlu Aydın Menderes'e gerekli dersi verdi. Aydın’ın Çakırbeyli köyünden 336 ‘’Hayır’’ 139 ‘’Evet’’ oyu çıktı.
27 Mayıs 1960 darbesi olduğunda 14 yaşında olan Aydın Menderes, 12 Eylül referandumuyla ilgili yaptığı değerlendirmede ‘’27 Mayıs'tan sonra ise Türkiye'de bir vesayet rejimi kurulmuştur. Yeter! Söz milletindir tanımı geçerliliğini yitirmiştir. Milli irade ortadan kaldırılmıştır’’ demiş ve ‘’Evet’’ oyu istemişti. Ancak babasının köyünden ‘’Hayır’’ çıktı.
1950-60 arası yıllarını okuduklarımızdan ve anlatılanlardan biliyoruz.Rahmetli Menderes aydın ilerici Atatürk'çü bir insandı keşke sende böyle olabilseydin yazık çok yazık. Ama sizin anlayamadığınız Babanızı köyü Çakılbeyli ve Aydın çok iyi anlamış.
Bir başka anlayamayanda Başbakan Recep Bey;
Başbakan Recep Bey 12 Eylül halk oylamasında rahmetli Adnan Menderes'i kullanırken onu gercekten anlayabilmiş olmasını isterdim.
Okuduklarımızdan biliriz bir vatandaşın rahmetli Menderes'in yakasına yapışıp,"Demokrasi istiyoruz" demesine;
"Bir Başbakanın yakasını tutuyorsun.Bundan güzel demokrasi olurmu demiştir."
O günleri arıyoruz.Nerden nereye geldik.Bırakın yakasına yakışmayı en ufak bir eleştiriyi dahi kabullenemiyen.bir Başbakan ve AKP yönetimi var ülkede.
Şu an 27 Mayıs'tan daha fazla "YETER! SÖZ MİLLETİNDİR" tanımı gecerliliğini yitirmiş ve 12 Eylül'de sivil diktanın önü açılmıştır..Bunu Aydın Menderes bilmiyormu?
Onun içindir ki Adnan Menderes’in köyü Çakırbeyli,Adnan Menderes Gibi Davrandı ve HAYIR dedi.
Etiketler:
ARAŞTIRMA ve YAZILARIM
16 Eylül 2010
ULUS DEVLETİMİZİ PARÇALAMA PROJESİ;
Vural SAVAŞ
Yargıtay C. Onursal Başsavcısı
NİSAN 2007'de Yazmış Olduğu Yazı
1991 yılının Haziran ayında, Almanya’nın Baden Baden bölgesindeki ‘Kara Ormanlar’da bir avuç etkili ve zengin insan bir araya gelerek önümüzdeki yüzyılın, hatta belki de daha ötesinin büyük stratejisini belirlemeye çalıştı. Aralarında devlet başkanlarından, önemli hanedanlıkların mensuplarına varıncaya kadar çok önemli simaları barındıran ve kendilerini ‘Bilderbergci’ olarak adlandıran bu kişilerin hepsi özel davetiye ile toplantıya çağrılmıştı. Halkın bu toplantının ayrıntılarından hiçbir zaman haberi olmadı.
Trilateral Komisyon’un da kurucusu David Rockefeller, Baden Baden’de ki toplantının açılış konuşmasını yaptı. Rockefeller konuşmasına şöyle başlamıştı: “Washington Post, The New York Times gazetelerinin ve Times dergisinin yöneticilerine, toplantımıza katıldıkları ve aynı zamanda 40 yıldır, gizlilik kurallarına riayet ettikleri için minnettarız… Eğer geçen zaman dilimi içerisinde kamuoyunun dikkatine maruz kalsaydık, dünya için tasarladığımız planları gerçekleştirmemiz mümkün olmayacaktı.” (Texe Marrs, Uluslararası Güç Odakları, s.103)
Söz konusu planı, bir başka konuşmasında David Rockefeller şöyle açıklıyordu: “Dünyada bin devlet oluşturduğumuzda dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.”
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Robert Strawsz Hupe da şöyle haykırıyordu: “Amerika’nın misyonu milli devletleri gömmek, halklarını daha küçük birimlere bölerek yaşatmaktır. Gelecek Amerika’nındır. Yeni Dünya Düzeni, Amerikan İmparatorluğu ve tüm insanlığın rakip olmadığı evrensel düzenin adıdır,” (Erol Bilbilik, CFR ‘Dış İlişkiler Konseyi, Umay Yayınları).
Kenan Evren, 28 Şubat 2007 tarihinde Sabah Gazetesinde yayımlanan demecinde: “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir. Bundan korkmamak gerekir” deyince, Paşamızın tartışmaya açık yeni bir düşünce ortaya attığı sanıldı.
Halbuki, önceki yıllarda ulus devletimizi çökertmek için, askerlerimiz eliyle hayata geçirilmeye çalışılan bir ABD planı söz konusuydu.
12 Eylül 1980’de yönetime el koyanlar, ABD yönetiminin “Bizim çocuklar başardı (our boys did it)” dediği subaylardı.
Genel Kurmay Başkanlığınca, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı’na, PKK eylemleri henüz başlamamışken hazırlattırılan 10 Mart 1981 tarihli raporda şöyle deniyor: “…Türkiye’miz bugün tek merkezden idare edilebilme imkanını yitirme sınırına gelmiştir…. Her il merkezi, teşrii (yasama), icrai (yürütme) ve kazai (yargı) yetkileriyle techiz edilerek…67 il merkezimizde… Millet Meclisleri kurulmalıdır…1919–1938 yılları arasında, Ankara’daki tek lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bütün Türkiye’ye yetiyordu. Ancak köprülerin altından çok sular geçti… Bugün tek değil, her vilayette bir Atatürk’e; 67 adet 23 Nisan 1920 Meclisine ihtiyaç vardır.” (Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı ‘Yeni Osmanlı’ Tuzağı, 2.Basım, s.199).
Bu öneriler, Abdullah Öcalan’ın söyledikleri ile tamamen örtüşmektedir: “Türkiye’de cumhuriyet bir reformdan geçmeli. Türkiye’nin reforma ihtiyacı var. 81 il olması anlamsız. Türkiye için 25 bölge düşünüyorum. Kürt nüfusunun yoğun olduğu 7 Kürt eyaleti, Türk nüfusunun yoğun olduğu 18 Türk eyaleti olmalı. Bunların yerel parlamentoları da olur.” (Sinan Aygün, 3 Mart 2007, Sabah gazetesi Ankara Eki)
1983 seçimlerinden kısa bir süre önce, Kenan Evren Türkiye’yi 8 bölgeye ayıran 4 Ekim 1983 tarihli kararnameyi Milli Güvenlik Konseyi’ne çıkarttırıyor ve uygulamayı yeni hükümete bırakıyor.
Yeni hükümetin Başbakanı Turgut Özal, Bakanlar Kurulu’nda: “Biz Türkiye’yi bölgelere ayırır ve bu kararnameyi uygularsak, bize, siviller Türkiye’yi bölüyor damgasının vururlar” diyerek, 11 Temmuz 1984’te anılan kararnameyi TBMM İçişleri Komisyonu’nda reddedilmesini sağlamıştır.
Bir süre sonra Turgut Özal’ın, 2 Şubat 1991 tarihinde “ABD ile İngiltere’nin Iraklı Kürt Liderler ile yaptıkları ‘Kürt-Türk-Arap Federasyonu Planı’nı desteklediğini yakın çevresine açıkladığını”, 2 Mart 1991 tarihinde “Kürt Planında aşama aşama ‘federatif bir devlet yapısından yana olduğunu’ yakın çevresine söylediğini”, 26 Mart 1991 tarihinde “Talabani Turgut Özal’ın kendisine ‘Kürtlere özerkli vereceğini’ söylediğini Der Spiegel’e açıkladığını”, 14 Ekim 1991 tarihinde “Federasyon dâhil her şeyi açık açık konuşmalıyız” dediğini Milliyet gazetesi belgelemiştir.
Belli başlı siyasal İslamcılar’ın görüşleri de farklı değildir. Birkaç örnek vermek gerekir ise:
Cemalettin Kaplan “Atatürk laikliğinden doğan bölünmez, tekçi Türkiye’ye karşıyız. Bunun yerine Anadolu Federe İslam Devleti’ni kurduk” diyerek halifeliğini açıklamıştır.
Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken, Recep Tayyip Erdoğan’a bu konuda sorulan sorulara verdiği cevaplar unutulmamalı ve unutturulmamalıdır:
“Soru… Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler?
Erdoğan: Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şeyler yapılabilir…
Soru: “Bağımsızlık isterlerse. Tamamen ayrılmak isterlerse…
Erdoğan: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa… kurar.” (Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet Gazetesi, 8 Mayıs 1998)
Recep Tayyip Erdoğan bunlarla da yetinmemiş:
Yetmiş yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur” diyebilmiştir. (Metin Sever/Cem Dizdar, II: Cumhuriyet Tartışmaları)
Bu ve benzeri düşünceleri vurgulayarak, Recep Tayyip Erdoğan için, düzenlediğim 4 Eylül 1998 tarihli tebliğnamede, “çok etkili dış güçlere, sizin aradığınız adam benim imajı vermeye çalışmaktadır” demiştim.
Eyaletler, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük yönetim birimi idi. Ancak, eyaletler asi paşa ve derebeylerinin, “Ayan” denilen nüfuz ve servet sahiplerinin, bölücülük yanlılarının cirit attığı yerler haline geldiğinden, 1864’te eyaletler vilayetlere dönüştürülmüştür.
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı İmparatorluğu’nun felaketle sonuçlanan 1864’ten önceki haline sokulmasını çözüm yolu olarak önerebiliyor.
Büyük Larousse Ansiklopedisi, eyaleti “Bir ülkede merkezi yönetime bağlı, çoğunlukla bir valice yönetilen, bir tür bağımsızlığı olan büyük il”; Esat Şener ise, Hukuk Sözlüğü adlı eserinde “Eyalet, federe devlet anlamında da kullanılmaktadır. Adı ne olursa olsun, bir ülkenin büyüdükçe bir yöresine verilen idari muhtariyettir” şeklinde tarif etmektedirler.
Anayasamızın değişmez ilkeleri ihlal edilmeden; başka deyişle “Anayasayı ihlal” suçu işlenmeden T.C. bir federasyon veya konfederasyon haline dönüştürülebilir mi?
Bu konudaki belli başlı görüşlere değinmek istiyorum:
“Devletin ülkesi ile bütünlüğü, hakimiyetin ülkede tümü ile Türk milletine ait bulunmasını ifade eder. Ülkenin belirli kısımlarında devlet hâkimiyetinin sınırlanmasını, daraltılmasını ifade eden her türlü çabalar, kanaatimizce ‘Devletin ülkesi ile bütünlüğü ve bölünmezliği ilkesini’ ihlal eder.
Mesela, Türkiye’nin belirli kısımlarında yaşayan gurupların, cemaatlerin kendilerine mahsus bir federe devlet statüsüne sahip olmasını öğütleyen çabalar, faaliyetler, bu nevi fikirlerin propagandasının yapılması, Anayasamız’la muayyen devlet şekline göre, ülke üzerinde hakimiyetinin sınırlanmasını ifade edeceğinden, ilkeye aykırıdır. (Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Devletin Ülkesi Ve Milletiyle Bölünmezliği İlkesi, İÜHFM, 50.Yıl Armağanı)
“Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” sözü, her şeyden önce bölücülük hareketlerine karşı bir tepki olarak Anayasa’nın kimi maddelerine serpiştirilmiştir. Bölünmezlik ilkesinin ortaya koyduğu sonuçlar: Vatan toprağının devredilmezliği, federalizmin olanaksızlığıdır. (Prof. Dr. Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.180)
“ ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği’ ilkesi, anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükümleri arasında yer almıştır. Bu durumda, tekil devlet ilkesini dışlayacak ya da federal vb. örgütlenmeleri mümkün kılacak bir anayasa değişikliği de mümkün değildir. Demek oluyor ki, bu ilke yalnız yasama iktidarını değil, tali kurucu iktidarı (Anayasa değiştirme iktidarını) da bağlar. Siyasi partiler Yasası’nın 80.maddesi, partilerin bu ilkeyi değiştirmeye çalışamayacaklarını bildirir. Bu kural açıkça, bir siyasi partinin federal sistemin kurulmasını amaçlayamayacağının kanıtıdır. Anayasa Mahkememizin hem 1961 hem de 1982 Anayasası dönemlerinde verdiği birden çok karara göre de: ‘Anayasa, bölgeler için özerklik ve özyönetim adı altında ayrılık getiren yöntemlere ve biçimlere kapalıdır.” (Prof. Dr. Zafer Gören, TBMM Önceki Başkan Ömer İzgi, T.C. Anayasasın Yorumu Cilt I).
Bu yazımı rahmetli OSMAN BÖLÜKBAŞI’nın söyledikleri ile bitirmek istiyorum:
“Vatan, babanızdan kalma tarla değildir. Onun üzerinde, izale-i şuyu (paydaşlığın giderilmesi) davası açamazsınız.”
Etiketler:
GAZETELERDEN
7 Eylül 2010
EMEKÇİ YANIMLA SORUYORUM:
HALKI APTAL YERİNE KOYANLARA
İKİNCİ 12 EYLÜL'DE DE
HAYIR
Sermaye hegemonyasına son vereceğim'mi dedin?!
RECEP,VAR MISIN?
Referandumda HAYIR oyları yükseldikçe Recep Bey ne yapacağını şaşırıyor.Devlet imkanlarıyla yaptığı mitinglerde etrafa hakaretler yapan,tehtitler savunan Recep Bey,"Nasılsa 13 Eylül günü unutulur" diyerek bol keseden atıyor.Nasıl dokunulmazlık hakkında verdiği sözleri unuttuğu gibi;Son olarak bir iftar yemeğin de TÜSİAD'a ve "biz bu ülkeyi sermaye hegemonyasına terketmeyeceğiz" dedi.Artık Recep Bey kendisi sermayenin ta kendisidir.Neyse Recp Bey'e soralım: "Sermaye hegemonyasını ortadan kaldırmaya varmısın?Yaparsan bizde EMEKÇİLER VE İŞÇİLER OLARAK EVET deriz!"Recp efendi bakalım söyledikleri kadar delikanlımısın?
1-Sermayenin hegemonyasını gercekten geriletmeye varmısın Recep Bey?O zaman ÜLKER'den başlayalım mı?Ülkeri kamulaştırabilirmisin?
2-Oğlunun gemiçiğini kamulaştırmaya varmısın?
3-Geçtiğimiz günlerde sattığımız BEDAŞ,GEDİZ Elektirik ve Başkent Doğalgaz'ı Karamehmet'ten geri almaya varmısın?
4-TÜSÜAD'a üye olan en büyük sermaye gurubu KOÇ HOLDİNG'e sattığın TÜPRAŞ'ı kamulaştırmaya varmısın?
5-RECEP,sen sayılarla konuşmayı iyi bilirsin.Yoksulluk sınırının 2 bin TL'nin üzerinde olduğu ülkemizde askeri üçretin 580 TL olduğu ülkemizde bunu anlatmaya varmısın?
6-Kamuda hizmet alımıyla özelleştirdiğin yerlerde işçinin maaşının 300 TL'sini gidip taşeron firmaya geri ödediğini biliyormusun?
7-TÜSİAD'a sermaye diyorsun da,MÜSİAD ve TUSKON'a ne diyorsun? Onlarıda bertaraf etmeye varmısın?
Etiketler:
ARAŞTIRMA ve YAZILARIM
2 Eylül 2010
"KÜRDİSTAN'I KURMAK İÇİN "EVET"
AKP iktidarı siyasi hedeflerine ulaşabilmek için her türlü siyasi tezgahı uygulayabilmek için adeta şeytanla yarışmaktadır. Yapılan her genel ve yerel seçim öncesi siyaseti ahlak temelinde değil,yalan üzerine bina ederek seçim propagandası yapmaktadırlar ve kitleyi kandırarak koltukta kalmayı başarmaktadırlar.
Özellikle 22 Temmuz 2007 genel seçimleri ve 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesi bugüne kadar Türk siyasi tarihinde görülmemiş siyasi sahtekarlıklar AKP tarafından büyük bir iştahla uygulanmıştır. Şimdi de 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandum için aynı taktikler uygulanmaya başlanmıştır.
AKP ahlaki,vicdani hiçbir ölçüyü kabul etmeden kendi karşısında yer alan muhalefeti etkisiz hale getirmeye ve sindirmeye çalışmaktadır.Yeter ki, kendi hedeflerine ulaşsınlar .
Ne Allah,kitap,peygamber,ne de hukuk düzeninin bir ölçüsünü tanıyorlar.Türk devlet yapısını babalarının çiftliği haline getirdiler.Devletin gücünü kullanarak ele geçirdikleri yada sıfırdan kurdukları medya organları ile toplumun zihnini zehirli sarmaşık gibi sardılar.Öyle bir kirli propaganda seferberliği başlattılar ki,halk doğruyu yanlıştan ayırt etmeye zorlanmaktadır.
12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda "Evet" çıkarmak için yalan ve iftira pompalayarak adeta insanların akıl ve sabır sınırlarını zorlamaktadırlar.AKP her zaman yaptığı gibi sanal kutuplaştırma senaryolarını devreye koyarak "Ya onlarla,ya benimlesin" gibi psikolojik bir tercihe zorluyor.
Bakıyorsunuz siyasi manada menfaatlerini korumak ve yaşatmak için MHP-CHP birlikteliğinden yeri geliyor MHP-CHP-BDP birlikteliğinden bahsederek halkı yine aldatma ve kandırma yoluna gidiyorlar.
PKK'nın partisi BDP bugüne kadar aldığı tavizlerin fazlasını istemek adına "Boykot" kararı aldığını duyuruyor.
Aslında BDP'nin "Boykot" kararı aldık" demesi de AKP ile anlaşmalı yapılmış bir yalanıdır.Çünkü BDP "Hayır" vereceğiz" demiyor."Hayır"vereceğiz" dese AKP o bölgede büyük bir sıkıntı yaşar.
BDP Diyarbakır İl Başkanı Nijad Yaruk'un "Biz AKP'yle, Başbakan Erdoğan'la, temsilcileri ile kurmaylarıyla tahmin ettiğinizin ötesinde görüşmeler yaptık. Referandum paketi öncesinde de bize söylenen şuydu; 'Biz sizinle asla aynı karede görünmeyeceğiz. Bize destek verebilirsiniz ama gizli destek vereceksiniz' demişlerdi. Buyurun kendilerine sorun böyle olmadığını iddia etsinler" şeklindeki konuşmasını bu açıdan değerlendirmek siyasetin arka planını görmenize yardımcı olacaktır.
"KÜRDİSTAN'I KURMAK İÇİN "EVET"
Bu referandum da "evet" çıkması HSYK'nın yapısı, Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkilerini değiştirerek,yargıyı kendi ellerine gecirmek istemektedirler. Bunlar büyük tehditler ama esas tehdidin yanında hiçbirşeydir. Esas tehdit FEDERASYON olma tehdidir. Bugün sorun Türkiye'nin etnik ve mezhep temelli bir federasyon halini almasıdır. Buna Fener Kilisesi'nin ekümeniklik fantazisini ve buna bağlı olarak Vatikan'la sanki devletmiş gibi imzaladığı "Ravena Sözleşmesi"ni de eklersek sorun kabak gibi karşımıza çıkar. 12 Eylül Referandumu ilk aşamadır, esas sorun referandumdan güçlü bir "evet" çıkması halinde ortaya çıkacaktır. Türkiye işte o zaman Tayyip Erdoğan'ın da dediği gibi "kapsamlı bir anayasa çalışmasına girecektir ve bu çalışma geniş tabanlı olacaktır."
Özellikle 22 Temmuz 2007 genel seçimleri ve 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesi bugüne kadar Türk siyasi tarihinde görülmemiş siyasi sahtekarlıklar AKP tarafından büyük bir iştahla uygulanmıştır. Şimdi de 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandum için aynı taktikler uygulanmaya başlanmıştır.
AKP ahlaki,vicdani hiçbir ölçüyü kabul etmeden kendi karşısında yer alan muhalefeti etkisiz hale getirmeye ve sindirmeye çalışmaktadır.Yeter ki, kendi hedeflerine ulaşsınlar .
Ne Allah,kitap,peygamber,ne de hukuk düzeninin bir ölçüsünü tanıyorlar.Türk devlet yapısını babalarının çiftliği haline getirdiler.Devletin gücünü kullanarak ele geçirdikleri yada sıfırdan kurdukları medya organları ile toplumun zihnini zehirli sarmaşık gibi sardılar.Öyle bir kirli propaganda seferberliği başlattılar ki,halk doğruyu yanlıştan ayırt etmeye zorlanmaktadır.
12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda "Evet" çıkarmak için yalan ve iftira pompalayarak adeta insanların akıl ve sabır sınırlarını zorlamaktadırlar.AKP her zaman yaptığı gibi sanal kutuplaştırma senaryolarını devreye koyarak "Ya onlarla,ya benimlesin" gibi psikolojik bir tercihe zorluyor.
Bakıyorsunuz siyasi manada menfaatlerini korumak ve yaşatmak için MHP-CHP birlikteliğinden yeri geliyor MHP-CHP-BDP birlikteliğinden bahsederek halkı yine aldatma ve kandırma yoluna gidiyorlar.
PKK'nın partisi BDP bugüne kadar aldığı tavizlerin fazlasını istemek adına "Boykot" kararı aldığını duyuruyor.
Aslında BDP'nin "Boykot" kararı aldık" demesi de AKP ile anlaşmalı yapılmış bir yalanıdır.Çünkü BDP "Hayır" vereceğiz" demiyor."Hayır"vereceğiz" dese AKP o bölgede büyük bir sıkıntı yaşar.
BDP Diyarbakır İl Başkanı Nijad Yaruk'un "Biz AKP'yle, Başbakan Erdoğan'la, temsilcileri ile kurmaylarıyla tahmin ettiğinizin ötesinde görüşmeler yaptık. Referandum paketi öncesinde de bize söylenen şuydu; 'Biz sizinle asla aynı karede görünmeyeceğiz. Bize destek verebilirsiniz ama gizli destek vereceksiniz' demişlerdi. Buyurun kendilerine sorun böyle olmadığını iddia etsinler" şeklindeki konuşmasını bu açıdan değerlendirmek siyasetin arka planını görmenize yardımcı olacaktır.
"KÜRDİSTAN'I KURMAK İÇİN "EVET"
Bu referandum da "evet" çıkması HSYK'nın yapısı, Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkilerini değiştirerek,yargıyı kendi ellerine gecirmek istemektedirler. Bunlar büyük tehditler ama esas tehdidin yanında hiçbirşeydir. Esas tehdit FEDERASYON olma tehdidir. Bugün sorun Türkiye'nin etnik ve mezhep temelli bir federasyon halini almasıdır. Buna Fener Kilisesi'nin ekümeniklik fantazisini ve buna bağlı olarak Vatikan'la sanki devletmiş gibi imzaladığı "Ravena Sözleşmesi"ni de eklersek sorun kabak gibi karşımıza çıkar. 12 Eylül Referandumu ilk aşamadır, esas sorun referandumdan güçlü bir "evet" çıkması halinde ortaya çıkacaktır. Türkiye işte o zaman Tayyip Erdoğan'ın da dediği gibi "kapsamlı bir anayasa çalışmasına girecektir ve bu çalışma geniş tabanlı olacaktır."
Etiketler:
ARAŞTIRMA ve YAZILARIM




