16 Eylül 2010

ULUS DEVLETİMİZİ PARÇALAMA PROJESİ;

ULUS DEVLETİMİZİ PARÇALAMA PROJESİ



                          Vural SAVAŞ
              Yargıtay C. Onursal Başsavcısı
          NİSAN 2007'de Yazmış Olduğu Yazı

1991 yılının Haziran ayında, Almanya’nın Baden Baden bölgesindeki ‘Kara Ormanlar’da bir avuç etkili ve zengin insan bir araya gelerek önümüzdeki yüzyılın, hatta belki de daha ötesinin büyük stratejisini belirlemeye çalıştı. Aralarında devlet başkanlarından, önemli hanedanlıkların mensuplarına varıncaya kadar çok önemli simaları barındıran ve kendilerini ‘Bilderbergci’ olarak adlandıran bu kişilerin hepsi özel davetiye ile toplantıya çağrılmıştı. Halkın bu toplantının ayrıntılarından hiçbir zaman haberi olmadı.

Trilateral Komisyon’un da kurucusu David Rockefeller, Baden Baden’de ki toplantının açılış konuşmasını yaptı. Rockefeller konuşmasına şöyle başlamıştı: “Washington Post, The New York Times gazetelerinin ve Times dergisinin yöneticilerine, toplantımıza katıldıkları ve aynı zamanda 40 yıldır, gizlilik kurallarına riayet ettikleri için minnettarız… Eğer geçen zaman dilimi içerisinde kamuoyunun dikkatine maruz kalsaydık, dünya için tasarladığımız planları gerçekleştirmemiz mümkün olmayacaktı.” (Texe Marrs, Uluslararası Güç Odakları, s.103)

Söz konusu planı, bir başka konuşmasında David Rockefeller şöyle açıklıyordu: “Dünyada bin devlet oluşturduğumuzda dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.”

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Robert Strawsz Hupe da şöyle haykırıyordu: “Amerika’nın misyonu milli devletleri gömmek, halklarını daha küçük birimlere bölerek yaşatmaktır. Gelecek Amerika’nındır. Yeni Dünya Düzeni, Amerikan İmparatorluğu ve tüm insanlığın rakip olmadığı evrensel düzenin adıdır,” (Erol Bilbilik, CFR ‘Dış İlişkiler Konseyi, Umay Yayınları).

Kenan Evren, 28 Şubat 2007 tarihinde Sabah Gazetesinde yayımlanan demecinde: “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir. Bundan korkmamak gerekir” deyince, Paşamızın tartışmaya açık yeni bir düşünce ortaya attığı sanıldı.

Halbuki, önceki yıllarda ulus devletimizi çökertmek için, askerlerimiz eliyle hayata geçirilmeye çalışılan bir ABD planı söz konusuydu.


12 Eylül 1980’de yönetime el koyanlar, ABD yönetiminin “Bizim çocuklar başardı (our boys did it)” dediği subaylardı.

Genel Kurmay Başkanlığınca, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı’na, PKK eylemleri henüz başlamamışken hazırlattırılan 10 Mart 1981 tarihli raporda şöyle deniyor: “…Türkiye’miz bugün tek merkezden idare edilebilme imkanını yitirme sınırına gelmiştir…. Her il merkezi, teşrii (yasama), icrai (yürütme) ve kazai (yargı) yetkileriyle techiz edilerek…67 il merkezimizde… Millet Meclisleri kurulmalıdır…1919–1938 yılları arasında, Ankara’daki tek lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bütün Türkiye’ye yetiyordu. Ancak köprülerin altından çok sular geçti… Bugün tek değil, her vilayette bir Atatürk’e; 67 adet 23 Nisan 1920 Meclisine ihtiyaç vardır.” (Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı ‘Yeni Osmanlı’ Tuzağı, 2.Basım, s.199).

Bu öneriler, Abdullah Öcalan’ın söyledikleri ile tamamen örtüşmektedir: “Türkiye’de cumhuriyet bir reformdan geçmeli. Türkiye’nin reforma ihtiyacı var. 81 il olması anlamsız. Türkiye için 25 bölge düşünüyorum. Kürt nüfusunun yoğun olduğu 7 Kürt eyaleti, Türk nüfusunun yoğun olduğu 18 Türk eyaleti olmalı. Bunların yerel parlamentoları da olur.” (Sinan Aygün, 3 Mart 2007, Sabah gazetesi Ankara Eki)

1983 seçimlerinden kısa bir süre önce, Kenan Evren Türkiye’yi 8 bölgeye ayıran 4 Ekim 1983 tarihli kararnameyi Milli Güvenlik Konseyi’ne çıkarttırıyor ve uygulamayı yeni hükümete bırakıyor.

Yeni hükümetin Başbakanı Turgut Özal, Bakanlar Kurulu’nda: “Biz Türkiye’yi bölgelere ayırır ve bu kararnameyi uygularsak, bize, siviller Türkiye’yi bölüyor damgasının vururlar” diyerek, 11 Temmuz 1984’te anılan kararnameyi TBMM İçişleri Komisyonu’nda reddedilmesini sağlamıştır.

Bir süre sonra Turgut Özal’ın, 2 Şubat 1991 tarihinde “ABD ile İngiltere’nin Iraklı Kürt Liderler ile yaptıkları ‘Kürt-Türk-Arap Federasyonu Planı’nı desteklediğini yakın çevresine açıkladığını”, 2 Mart 1991 tarihinde “Kürt Planında aşama aşama ‘federatif bir devlet yapısından yana olduğunu’ yakın çevresine söylediğini”, 26 Mart 1991 tarihinde “Talabani Turgut Özal’ın kendisine ‘Kürtlere özerkli vereceğini’ söylediğini Der Spiegel’e açıkladığını”, 14 Ekim 1991 tarihinde “Federasyon dâhil her şeyi açık açık konuşmalıyız” dediğini Milliyet gazetesi belgelemiştir.

Belli başlı siyasal İslamcılar’ın görüşleri de farklı değildir. Birkaç örnek vermek gerekir ise:

Cemalettin Kaplan “Atatürk laikliğinden doğan bölünmez, tekçi Türkiye’ye karşıyız. Bunun yerine Anadolu Federe İslam Devleti’ni kurduk” diyerek halifeliğini açıklamıştır.

Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken, Recep Tayyip Erdoğan’a bu konuda sorulan sorulara verdiği cevaplar unutulmamalı ve unutturulmamalıdır:


“Soru… Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler?


Erdoğan: Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şeyler yapılabilir…


Soru: “Bağımsızlık isterlerse. Tamamen ayrılmak isterlerse…


Erdoğan: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa… kurar.” (Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet Gazetesi, 8 Mayıs 1998)

Recep Tayyip Erdoğan bunlarla da yetinmemiş:

Yetmiş yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur” diyebilmiştir. (Metin Sever/Cem Dizdar, II: Cumhuriyet Tartışmaları)


Bu ve benzeri düşünceleri vurgulayarak, Recep Tayyip Erdoğan için, düzenlediğim 4 Eylül 1998 tarihli tebliğnamede, “çok etkili dış güçlere, sizin aradığınız adam benim imajı vermeye çalışmaktadır” demiştim.

Eyaletler, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük yönetim birimi idi. Ancak, eyaletler asi paşa ve derebeylerinin, “Ayan” denilen nüfuz ve servet sahiplerinin, bölücülük yanlılarının cirit attığı yerler haline geldiğinden, 1864’te eyaletler vilayetlere dönüştürülmüştür.

Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı İmparatorluğu’nun felaketle sonuçlanan 1864’ten önceki haline sokulmasını çözüm yolu olarak önerebiliyor.

Büyük Larousse Ansiklopedisi, eyaleti “Bir ülkede merkezi yönetime bağlı, çoğunlukla bir valice yönetilen, bir tür bağımsızlığı olan büyük il”; Esat Şener ise, Hukuk Sözlüğü adlı eserinde “Eyalet, federe devlet anlamında da kullanılmaktadır. Adı ne olursa olsun, bir ülkenin büyüdükçe bir yöresine verilen idari muhtariyettir” şeklinde tarif etmektedirler.

Anayasamızın değişmez ilkeleri ihlal edilmeden; başka deyişle “Anayasayı ihlal” suçu işlenmeden T.C. bir federasyon veya konfederasyon haline dönüştürülebilir mi?

Bu konudaki belli başlı görüşlere değinmek istiyorum:

“Devletin ülkesi ile bütünlüğü, hakimiyetin ülkede tümü ile Türk milletine ait bulunmasını ifade eder. Ülkenin belirli kısımlarında devlet hâkimiyetinin sınırlanmasını, daraltılmasını ifade eden her türlü çabalar, kanaatimizce ‘Devletin ülkesi ile bütünlüğü ve bölünmezliği ilkesini’ ihlal eder.

Mesela, Türkiye’nin belirli kısımlarında yaşayan gurupların, cemaatlerin kendilerine mahsus bir federe devlet statüsüne sahip olmasını öğütleyen çabalar, faaliyetler, bu nevi fikirlerin propagandasının yapılması, Anayasamız’la muayyen devlet şekline göre, ülke üzerinde hakimiyetinin sınırlanmasını ifade edeceğinden, ilkeye aykırıdır. (Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Devletin Ülkesi Ve Milletiyle Bölünmezliği İlkesi, İÜHFM, 50.Yıl Armağanı)

“Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” sözü, her şeyden önce bölücülük hareketlerine karşı bir tepki olarak Anayasa’nın kimi maddelerine serpiştirilmiştir. Bölünmezlik ilkesinin ortaya koyduğu sonuçlar: Vatan toprağının devredilmezliği, federalizmin olanaksızlığıdır. (Prof. Dr. Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, s.180)

“ ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği’ ilkesi, anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükümleri arasında yer almıştır. Bu durumda, tekil devlet ilkesini dışlayacak ya da federal vb. örgütlenmeleri mümkün kılacak bir anayasa değişikliği de mümkün değildir. Demek oluyor ki, bu ilke yalnız yasama iktidarını değil, tali kurucu iktidarı (Anayasa değiştirme iktidarını) da bağlar. Siyasi partiler Yasası’nın 80.maddesi, partilerin bu ilkeyi değiştirmeye çalışamayacaklarını bildirir. Bu kural açıkça, bir siyasi partinin federal sistemin kurulmasını amaçlayamayacağının kanıtıdır. Anayasa Mahkememizin hem 1961 hem de 1982 Anayasası dönemlerinde verdiği birden çok karara göre de: ‘Anayasa, bölgeler için özerklik ve özyönetim adı altında ayrılık getiren yöntemlere ve biçimlere kapalıdır.” (Prof. Dr. Zafer Gören, TBMM Önceki Başkan Ömer İzgi, T.C. Anayasasın Yorumu Cilt I).

Bu yazımı rahmetli OSMAN BÖLÜKBAŞI’nın söyledikleri ile bitirmek istiyorum:

“Vatan, babanızdan kalma tarla değildir. Onun üzerinde, izale-i şuyu (paydaşlığın giderilmesi) davası açamazsınız.”

Hiç yorum yok: